O kadar doğru konuşuyordu ki
Hülyası kalmadı hiçbir şeyin
Kalktım yapacak bir yanlış aradım.
22 Aralık 2011 Perşembe
Gönderen a. zaman: 05:26 0 yorum
Etiketler: Şükrü Erbaş
15 Aralık 2011 Perşembe
Üvercinka
böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
laleli´den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalsa seninle yatmak günah daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil
senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
bir çok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil
birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil
burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajı´nda akşam üstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil
Gönderen a. zaman: 04:28 0 yorum
Etiketler: Cemal Süreya
12 Kasım 2011 Cumartesi
Bilirim Bir Kışa Hazırlanmayı
sana bir boyun atkısı gerek. çünkü kış geldi.
ve sular bir uzun geçmişe hazırlanır. nerdeyse.
bir çocuk ölür. bir kadın hastalanır. odalar
bulutlanır.
su içmekten. uzak. bir köfte kokusundan
insan
uzak
bir memleket havasından.
belli belirsiz bir şeylerden utanır.
yapışkan ve dayanıksız bir vidanın eşliğinde
gece.
hatırlarız bir günlerde üşümediklerimizi.
üşümeyeceklerimizi.
kimilerine bir şarkı gibi gelir bütün bunlar. oysa.
bir kez daha söylüyorum üstümüze yağanları.
uzuneski.
olumsuz. güneşlere aykırı.
haziran mintanları. kopkoyu kent garları.
alınıp götürülenler. yerlerine konanlar.
anladığımız ve.
şaştığımız kalabalıklar. bir korku
aşka benzer yalınlığı. bir korku.
kuduz korkusu gibi sudan.
bir korku.
semercilerin. bakırcıların. nalbantların. arzuhalcilerin.
kantarcıların ve demircilerin ve çilingirlerin.
parmakçıların dinsizlik korkusu. takunyecilerin.
bir odada kalanların ölüm korkusu.
bileycilerin, bezzazların ve ölü yıkayıcıların.
ve pazarcıların. gökyüzü korkusu.
bütün garipliğiyle esnaf çarşılarının
ve uygunluğuyla ve yenilmişliğiyle
bir sancı gibi dolanır içimizi.
yarı aç yarı tok dolaştığımız bir ankara’da
bir haşhaş gibi sanki. bir acı su.
bir yağmur cömertliğiyle anadolu’dan
dolaşır içimizi.
onların akşamları.
(yaralı olmak
yerinde olmamak
uzun gecikmesi son kesinliğin
bir sabah biliyoruz elbet neyi bölüştüğümüzü
göz göze
bakışınca. biliyoruz
neyi bölüştüğümüzü.
konuşmasak da.)
şimdi tutalım bu diriliği artık. zamanıdır.
zamanıdır. neredeyse kar başlar. küçük kuşlar ölür.
semerciler ve dilsizler ölür.
seninle ben kalırız. yeni bir yaşamaya.
gökler ve kentler ufalır. seninle ben kalırız.
o şarkı sanılanlar bir kavga halini alır.
neredeyse kar başlar.
birini düşünür gibi oluruz. biliyorum
ellerin de üşür. biliyorum ama
isıtabilirsin onları. o ateşte.
hazırsın da. biliyorum. ama
sana bir boyun atkısı gerek. kış geldi.”
Gönderen a. zaman: 14:00 0 yorum
Etiketler: turgut uyar
27 Ekim 2011 Perşembe
Denizin Ayrıcalığı
Kül uzun sürer, demiştim
Yenilgisini kutsayan bir sesle
Yalnız benim gördüğüm bir uzaklığa bakarak.
İstanbul'u insanın evi yapan
Bir yakınlıktı gövden ve sözlerin
Ihlamur yapraklarından gamzeler alan
Ellerin binlerce göldü masada.
Gölgesi uzun bir yoldan gelmiştim.
Polis çemberinde kaybolmuş caddeler
Yalnız kendi suretini soluyan odalar...
Ne suların aktığı yer, ne rüzgârın ülkesi
Herkes bir yerinden örtüyordu güneşi.
Sesinde denizin büyük ayrıcalığı
Sen bir başka uzaklığa bakarak konuşuyordun:
"Düşü olmayanın yenilgisi de olmaz
Yaşadığı her şey dokurken ömrünü
Pişmanlık insanın kendine kötü bir oyunu."
Gözlerin mi düşlerim mi bilmiyorum
Masmavi büyüyor bozkır geldiğimden beri...
1996
Gönderen a. zaman: 13:06 0 yorum
Etiketler: Şükrü Erbaş
14 Ekim 2011 Cuma
Biliyorum Sana Giden
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki.
Gönderen a. zaman: 01:43 0 yorum
Etiketler: Cemal Süreya
Yorgun Sevi
susarak, iki komşu gibi güne değerek
asıl söyleneceklerin üstünden aşarak
sevdiğim
ayrı ayrı uzakta, yanyana
birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda
ve üstünkörü baktığımız kentlerde
güllerin güllerimiz
hüzünlerimse hüzünlerimiz değil
bir deli kuzgun gibiyim yaşlı teleğimle
göğü siliyorum duraksamadan
yorgunluktan değil, öyle sanıyorum
yalnızlıktandır
hızla dökülüyor tüyüm teleğim
orda öyle aramızda soluyor işte
ayrı ayrı uzakta, yanyana
hangi yangın, hangi deprem becerebilir?
Gönderen a. zaman: 01:40 0 yorum
Etiketler: Gülten Akın
Öğrendiğin Gün
Sevmeyi öğrendiğin gün eksiğin kalmayacak.
Gönderen a. zaman: 01:39 0 yorum
Etiketler: Bilge Karasu
Cemal Süreya / Eşine Mektuplar
Cemal Süreya / Eşine Mektuplar 12 Temmuz 1972 Akşam senden ayrıldıktan sonra dolmuşla Şişli’ye geldim. Ordan Taksim dolmuşuna bindim. Ordan otobüsle Dolmabahçe’den geçerek sizin dairenin önünde durdum. Nihal’e uğradım. Sami Bey ordaydı. Beş dakika oturdum. Sonra dolmuşla Karaköy. Ordan vapur. Memo geldi. Hemen seni sordu. Annemi artık özmeyeceğim dedi. Gerçekten bu çocukta büyüklere özgü bir yan var. Her şeyi biliyor, her şeyin farkında. Sabahleyin erken kalktı, ona mavi çizgili bluzuyla lacivert pantalonunu giydirdim. * Sen ordasın. Ve ben burda hayatımızı düşüyorum. Giderken cebime o 100 lirayı gizlice koymanı hiç unutamam. Beykoz’a ilk gittiğimiz gün kazan ve kovalarla su taşıdığımızı, hortumla su taşıdığımızı, asıl onu hiç unutamam. Doğukapısı otobüsüne yetişmek ne güzel oluyordu. Kısacası, çok güzel günler de yaşadık bu arada. Kimsenin tadamayacağı bazı mutlulukları da tattık, sanırsam. Sonunda gelip kentin iyice magazinleştiği bir semte yerleştik yeniden. Şimdiyse Başkente yolcuyuz. * Anlamalısın beni, birtakım büyük şeylerin peşindeyim. Bazı iddialarım var, onları gerçekleştirmek istiyorum. Bunun dışında çok şeye niyetim de, vaktim de olmuyor. Bu konuda işte, asıl bu konuda anlamalısın beni. Hiçbir yönden kuşkulanmamalısın benden. Ben ki sana senin şahdamarından daha yakınım, nasıl kuşkulanırsın benden? Destekle beni (zaten hep desteklemişsindir) bak neler yapıyoruz. Nerelerden ne sular akıtıyoruz. * Sabah. Saat 7.15. Radyoda bizim türküler. * Saat 7.30. Memo gitti. Bu sabahki kahvaltısı oldukça parlak: 2 köfte, 1.5 yumurta, 5 adet üzüm. Öğretmen sana selam söyledi, ne zaman ameliyat olacağını sordu. “Perşembeye” dedim. * “Saadet bir çimendir bastığın yerde biter.” (O.Rıfat) * İşi bırakmalısın Zuhal. Senin için şart bu. Bak o zaman hayatın nasıl daha rahat, daha güzel olacak. Sabahları 9’a kadar uyursun. Çocuğu daha iyi yetiştirebilirsin. Daha önemlisi: ELİF. Elif diye bir kızımız olsun.Romantik bir filmin gösterildiği bir sinema dönüşü olsun o da. Ya da bir bale dönüşü. Bunu istiyorum ben. Mali durumumuz her şeyi elverir şimdi. O yönlerden hiç bir kaygın olmasın. Elif. * Sen ne güzel bir Elif doğurursun. Başına kurdeleler bağlarsın. * Evet, Elif. * Şiir yazacaksın. Öyküler,anılar…ve Başkent’in en çekinilen resim eleştirmeni olacaksın. Ol! * Ve bir gün Türk Dil Kurumu gibi birleşmemizin 40. yıldönümünü kutlayacağız. Mutlaka! * Yarın devam ederim. Gözlerinden öperim. Oğlumuz “eşkiya” Memo ellerinden öper. * Kalbim seninle gümbür gümbür. * Güneş yükseliyor. * Hadi! Senin Cemal Süreya’n
Gönderen a. zaman: 01:37 0 yorum
Etiketler: Cemal Süreya
Ömür Hanımla Güz Konuşmaları
"Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir…Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?"
Gönderen a. zaman: 01:32 0 yorum
Etiketler: Şükrü Erbaş
Göğe Bakma Durağı
...
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Gönderen a. zaman: 01:25 0 yorum
Etiketler: turgut uyar
3 Ekim 2011 Pazartesi
Ben Ruhi Bey Nasılım
I
Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.
O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.
Ne peki
Yere dökülen bir un sessizliği mi
Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
İşini bitirmiş bir org tamircisinin
Tuşlardan birine dokunacakkenki
Dikkati ve tedirginliği mi.
Bekler mi beni
Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
Bir sürü yaz gününün içinde
Acaba bekler mi beni
Uykularım, o sonsuz uykularım
Yanmış bir limonluktaki
- Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
Sesini hiç eksiltmeyen -
Ama bilmez miyim ben
Bilmez miyim hiç
Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
Kısacık bir zaman olmalıydı elimde
Turfanda meyva gibi bir zaman
Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
Geçerek erguvanların dönemecinden
Leylakların dörtyol ağzından
Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
Acının dudaklarına ve geçmişin
Bir yaban gülü yaprağı gibi beni
Ama ne gezer.
Korkmuyorum artık solmaktan
Solmaktan ve solgunluktan
Gelmişim nerelerden böyle
Kurumuş bir dere yatağı gibi
Ya da pek kurumamış da
Baygın, hasta ya da cançekişen
Çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
Ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
Yorgun düşerek taşımaktan
Ve ne çıkar ayırmasam kendimi
Suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.
Koylardan
Kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
Eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
Ayırmasam kendimi
Diyorum ayırmasam
Köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
İçindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
Cepleri yüreği cepleri
Ayırmasam da ben
Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
Bu kımıltısız gövde
Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
Görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
- Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.
II
Ve her şey hızla yetişti sonra
Sarı bir günün kahverengi yarınına.
Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
Ağaç da çürümüş zaten
Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
-Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
Yoklamışlar orasından burasından
Kim bilir.
Ama sessizlikten başka ne bulmuşlar
Önemsiz bir iki anıdanbaşka
Ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında
Sorarım ne bulmuşlar
Çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da
Anılar.
Oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta
Kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın
Buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki
Bir şeyler olmalıydı. Ve sanki
Yıllar var ki saklamışım orda ben
Saklamışım anlaşılan
Odasında yapayalnız doğuran bir kadının
Dışa vurmak istemediği
Ya da pek gereksinmediği
O iniltiyi andıran
Duyurulmayan her şeyi.
III
Ve her şey dönüştü işte
Kahverengi bir çarşambadan
Sapsarı bir cumartesiye.
Ansızın bir rüzgar çıktı demin
Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
Yakıyor gözkapaklarımı da
Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.
(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 - İşte! bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 - Süt emer gibi bir memeden
Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)
(Ansak mı anmasak mı
Yeri mi şimdi değil mi
Bir tren yolculuğunda ve her yerde
Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
Saatler iyi
Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
Ve bütün yolcuların dalgın
Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
Görünüşte kararsız
Görünüşte üzgün, endişeli
Görsek mi acaba, görmesek mi
Açıp da kapalı gözlerini arada
Şöyle bir görünümü tek bir solukta
Yalandan, inatla içine çekenleri
Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
Bir tilki çevikliğiyle, acele
Katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
Bilmem ki, görmesek mi
Durunca tren bir istasyonda
Dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
Dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
Bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
Uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
Tutarak parmaklarıyla yalancı
Ve ucuzundan bir kolyeyi
Acaba görmesek mi
Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.
Ansak mı anmasak mı acaba
Yeri mi şimdi, değil mi
Sırasını bekleyen bir kadının, hasta
Gereğinden fazla abartılmış yüzünü
Besbelli iğrenirdiniz
Çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
Bir duvar saatine ya da kapıya
Telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun
Kısaca
Kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
Gördünüz, görüverdiniz bir daha
Sıyrılmış acılardan ansızın
Sevecen, durgun, sade
O yüzü
Belki de, orda, acele
Karar verdiniz
Bir anneniz olsun isterdiniz böyle
Ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
Her neyse...
Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
Ben uzun yolları hiç sevmem
Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)
IV
Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
Denize bırakılmış çöpler gibi
Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.
Bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi
Bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında
İçinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı
Çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde
Ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen
Kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla
Yağmurlu bir sundurmaya
Ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
Pencerelerde ve her yanda.
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.
(Nerdeyim
Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
Para bozduranların az çok bildiği
Adres soranların gene bildiği
Bir sokakta bir aşağı bir yukarı
Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
Amansız bir güceniğim.)
Geri getiriyor bunları rüzgar
Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
İniltili, hasta bir konağı da
Çatısında baykuşların tünediği
Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda
Ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
Bir konağı ve konağın olanca görkemini
Geri getiriyor rüzgar.
(Konaksa yandı çoktan
Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
İyi biliyorum tertemiz bir asfalt
Ezip geçti onu
Kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)
Ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı
Caddeler, işhanları kahveler ayarlandı
Meyhaneler, genelevler
Pasajlar, dar sokaklar, geçitler
Soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey
Ve bütün ilişkiler
Birden yerini aldı.
Ve her şey yetişti gene
Sarı bir çarşambadan
Kahverengi bir cumartesiye.
V
Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey
Nasılım
Bir yaz ikindisinden çıktım geldim
Diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim
Kapıyı iyice kapadım
- Kapadım mı, evet, kapadım -
Çitlenbik ağacının altından geçtim
Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım
Dişlerimle sıyırdım
Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler
Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum
Azıcık gülümsedim
Ve dünya bana gülümsedi
Çakılların üstünden yürüdüm
Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
İyice duydum
Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım
- Çok yüksekti. Deniz dibi renginde ve demirdendi. Üstünde aslan başı
kabartmalar vardı. İki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi.
Dışardan çam ğaçları görünürdü. Bir kırbaç gibi görünürdü. Ve
ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi
pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu -
On sekiz on beş trenine yetiştim
Geniş kadife koltuğa oturdum
Puromu yaktım - iki kibrit harcadım -
Akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu
Haydarpaşa'ya kadar bulmaca çözdüm
İskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı
Bakışından tedirgin oldum
Giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı
Vapurla Karaköy'e geçtim
Tokatlı'ya uğradım
Köprüden aldığım Fransız dergilerini karıştırdım
Kirazla bir kadeh rakı içtim
Çıkarken boy aynasında kendime baktım
Oldukça yakışıklıydım
Gömleğim temizdi, beyaz ceketim
Tertemizdi ve ayakkabılarım
Pantolonum ütülü
Yelek cebimde ince altın bir zincir
Sarı ve ince bıyıklarım
Tam Ruhi Bey bıyığıydı
Ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı
- Zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı -
Boynumda menekşe rengi bir papyon
Hafifçe sarkık
Dudağımda bitti bitecek bir sigara
Kenarında dudağımın
Dışarı çıktım.
Tünele bindim, Asmalımescit'teki Viyana lokantasına geldim.
Avusturyalı karı koca beni karşıladılar
İkisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek beni
karşıladılar
Benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. Beyaz Ruslardandılar, gözleri
necef taşı gibi sert ve parlaktı
Tezgahta bir Leh Yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla
çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.
Soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
Üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler
Çıkarken bolca bahşiş bıraktım.
Markiz'e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim
Düzeltip arada bir bıyıklarımı
Uçları hafifçe ıslak
Bir ara pencere camında kendime baktım
Baktım ki, ben Ruhi Bey
Nasıl olan Ruhi Bey
Daha nasılım.
Oradan Galatasaray'a kadar yürüdüm
Bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak
Gezindi ortalıkta bir süre
Ve durdum
Durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp
Bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar Nasılım.
VI
Nasıl olacaksınız Ruhi Bey
Bugün de erkencisiniz Ruhi Bey
Şarapla bira mı içiyorsunuz Ruhi Bey
Böyle sabah sabah Ruhi Bey
Akşam akşam Ruhi Bey
Akşam sabah Ruhi Bey
Cıgara alır mıydınız Ruhi Bey
Yakalım Ruhi Bey, yakalım
Böyle üşümüyor musunuz Ruhi Bey
Benim de ayakkabılarım su alıyor Ruhi Bey
Ne olur ne olmaz
Önümüz kış Ruhi Bey
Ee, daha nasılsınız Ruhi Bey
- İyiyim, iyiyim.
(Gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
Kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu
Pembe pembe azarlanırım
O ölür ben azarlanırım
Kocaman bir konakta uzarım kısalırım
Ellerim tırnaklarım
Yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe
Ve sıcak
Gözlerim, gözlerim benim
Denizi ilk defa gören bir çocuğun
Birdenbire yaşlanması neyse.)
Sizinle görüşelim Ruhi Bey
Vaktim yok, vaktim yok
Ruhi Bey, görüşelim
Vaktim yok görüşmeye kimseyle
Ruhi Bey!
Kendimle bile, kendimle bile.
(Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
Ama hiç kimse.)
BİR ÇİÇEK SERGİCİSİ DER Kİ
Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
Ellerim kirli miydi
Neydi
Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
Bilmem ki
Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
Her zaman hatırlarım
Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım
Şimdi ben nedense çok yaşlıyım
Herkesi ayrı ayrı tanımam
Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım
İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan
Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
Babasını da tanırım
Kaç yıl önceydi, bilemem
Üryani eriği gibi gözleri vardı
Çizmeleri, kamçısı
Ruhi Bey, benden çiçek alırdı
O zamanlar sokak sokak dolaşırdım
Çiçek alanları iyi bilirdim
Ruhi Bey de çiçek alırdı
Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
Kuşkonmazları sevmem, kullanmam
Çiçeklerin aralıklarına bakarım
Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
Düşünce öldü
Bir ölülük sindi ellerime
Bir ölülük bana sindi
Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
Kimseler bilmez
Ben işte gizli gizli onu sularım
Karanlık bir karanfilliği
Yoklukta bir karanfilliği
O gün bugündür bütün çiçekler
Karanfildir benim için.
Bir gün de bir demet karanfilim yandı
Bir demet karanfilin penceresi, kapısı
Nedense yandı
Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi
Takındı kırmızılarını sonra
Süslendi
Bir boşluk edindi orda kendine
Hemen oracıkta bir boşluk
Açtı şemsiyesini ve gitti.
Ben şimdi oğlumun yanında kalırım
Onun kırmızı yapraklardan yapılmış
Bir zamandışılığı vardır
Beni anlamaz
Anlamaz, niye anlasın
Anlaşılmak! -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz
Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım
Beni oraya gömecekler
Ruhi Bey cenazeme gelecek
Ama hangi Ruhi Bey
Doğrusu biraz şaşırdım
İçerenköy'deki Ruhi Bey gelmez
Osadece karanfil satın alır
Ölümü pek beğenmez
Şimdiki Ruhi Bey ölümedaha yatkındır
Yaşamaya da
Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır
Ben bu kadarını anlarım
O gelir beni kaldırır
Bir karanfil kalabalığına arrtık katılır
Geçen gün gördüm
Acımayı unuttum
Sevinmeyi unuttum
Ben her şeyi artık unutuyorum
Ama ogeçerken ne yalan söyleyeyim şuramda birağrı duydum
Ağrı da değildi belki, hani, nasıl
Gövdemi yeniden buldum
Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor
Gövdem de ağırlaşıyor
Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
Şu üstümdeki boşluk kadar
Bir demet
Yok artık pek konuşmuyoruz
Benim sözlerim eskidi
Onunki de eskidi
Zaten kelimeler sonludur
Öyledeğil mi
Donuk donuk bakışıyoruz
Ben ölüme iyice yakın
O yaşamaktan uzak
Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
Karanfiller ölürken
Karanfillerden bir deniz.
BİR MEYHANE GARSONU
İşte
Isınmış parke yolun kokusu
Demek ki ben mutsuzum
Tuhaf bir su içmişim de sanki içim görünüyor
Gözlerim buzdan
İçimde yaz kırıkları.
Eklemek gerek
Büyümesi gibi bir salyongozun
Yıllarla değil, yıllarla değil
Saniyelerle kıvrılmıştır kabuğum.
Aynalıpasaj'ı geçtim
Geçerken sağlı sollu aynalara baktım - her günkü gibi -
Vitrinlere baktım, düğmelere, fremuarlara
Yukardaki taş heykelciklere baktım
Bakmasam ne yapacaktım, açılıp kapanmaya başladı dudaklarım
Gözkapaklarım
Açılıp kapanmaya
Açılan kapanan çözülen
Ne varsa duyuyordum kendimde
Balıkpazarı'na saptım.
Ben balıkpazarı'na sapınca
Dünyada sayılmayan bir adamdım
Nasıl duruyorsa gökyüzü sayılmadan
Boylu boyunca bir duvar
Ve uzay nasıl duruyorsa
- Uzay ki mutluluktur
Ele geçmeyen bir sonsuzluktur uzay -
Ben masallara şunu bunu taşırdım.
Oldukçe dar bir sokağa gelince durdum
Karşıdan karşıya çamaşırlar asmışlardı
Mor, pembe, beyaz çamaşırlar
Kızgın yaz güneşinin altında
Hoşlandım
Anahtarı kilide soktum, bundan da hoşlandım
Çevirdim bir iki kez, kapı titredi
Ben de titredim
Dükkanı açtım.
Karşıki evler çoktan uyanmıştı
Hemen herkesi az çok tanırdım
İki kocakarı, levanten, dama oynuyorlardı gene camın önünde
Çinko balkonda bir kız çocuğu ağlıyordu
Oydu
Bir satıcıya sesleniyordu, oydu
Besbelli yeni uyanmıştı, saçları dağınıktı
Zayıftı, sürekliydi, değişmiyordu
Sesi inceydi, isterikti
Saate baktım dokuz buçuktu.
Ne yaptım da ben, daha sonra ne yapacaktım
Önce helaya girdim, bir süre helada kaldım
Terledim, adını bilmediğim bir kokuyla koktum
Mutfağa girdim
Patatesleri soydum yıkadım
Domatesleri salatalıkları
Soydum yıkadım
Muska böreği sardım kaldırdım
Bira kasalarını, boş şişeleri
Dükkanın önüne çıkardım
Camları sildim, ortalığı süpürdüm
Sonra bir iskemleye oturdum
Orda yüz binlerce cinayeti ben
Ve intiharı
Bir mutluluk gibi dışımda duydum.
Evet, gelirdi
Ruhi Bey mi dediniz, evet, gelirdi.
PATRON MASAYA GELİR
Ben patronum, şöyle böyle bir adamım
Bırakın konuşayım
Bir bira içeyim konuşayım
Kim ne derse desin kadınlara düşkünüm
Ne yapayım öyleyim
Kadın dendi mi sanki ben
Vişneli bir dondurmayı durmaksızın yalarım.
Ruhi Beyi pek tanımam
Yok, hayır, belki de iyi tanırım
Neden derseniz ben herkesi iyi tanırım
İşsizim, dülgerim, boyacıyım
Herkesle bir olurum
Kişiliksiz kalırım.
Günün herhangi bir saatinde çıkar gelir
Nasılsınız Ruhi Bey, derim
O her zamanki gibi: iyiyim, iyiyim!
Şu köşedeki masa onundur
Başkası oturmuyorsa gider oturur
Şaraptan başka bir şey içmez
Bazen şarapla birayı karıştırır
Doğrusu sarhoşken hiç görmedim
Tersine çok incedir, derim ki biraz da soyludur
Nedense bulutlanır gözleri arada
O zaman kimseyi görmez
Uzaklara bakar yalnızca
Benimle konuşurken, gazetesini okurken
Ruhi Bey uzaklara bakar
Sanırsınız ki işte çok uzaklarda bir Ruhi Bey daha var
Bana öyle gelir ki durmadan geri çağırır onu
Ama durmadan
Ve alır karşısına - neden bilinmez -
Suçlu bir çocuktur da sanki o, gizli gizli azarlar.
Parası varsa verir
Yoksa hiç bir şey söylemeden çekip gider
Sonra bir cep saati vardır, arada çıkarıp bakar
Ama bilirim saatle filan işi yoktur
Zaten zamanla işi yoktur ki Ruhi Beyin
Hep aynı elbiseyi giyer
Yazın ceketini çıkarır
Kravatı ip gibidir, incedir
Ayaklarına hiç bakmadım
O kadar ilginçtir ki yüzü, ayakları bilmem var mıdır.
Bu meyhaneyi yirmi yıldır işletirim
Doğrusu Ruhi Bey gibisini hiç görmedim
Mısırçarşısı'nda baharatçı dükkanları vardır, bilirsiniz
Ruhi Beyi ben o dükkanlara benzetirim
Binlerce şeydir çünkü Ruhi Bey
Nanedir, ada çayıdır, zencefildir
Bu çevrede herkes onu tanır
Bana sorarsanız tanımaz
Şöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar
Şarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar
Gülmesi hüznüne
Konuşması susmasına batar.
Çok oturmaz, usulca kalkıp gider
Sıkılır da mı gider, pek anlamam
Anladığım bir şey varsa
Şu bardağı görüyorsunuz ya
Bardağa birayı boşalttığım gibi gider
Gitmeden önce biraz silikleşir
Sonra büsbütün solar
Gerçekte
Dört mevsimin karışımı gibidir Ruhi Bey.
Size bir olay anlatayım, çok kısa
Bir kış günüydü, kar yağıyordu
Gök sapından boşalmış papatya yaprakları gibi duruyordu
Kapıda Ruhi Beyi gördüm
Gözleri kıpkırmızıydı
Çiğnenmemiş karın üstünde
İki tek kokina gibi duruyordu gözleri
Beni birine gösteriyordu eliyle
Yanında kimseler yoktu
Birine yakınıyordu benden
Yanında kimseler yoktu
Bir adım daha attı
Eli bir bıçak ucu gibi sipsivriydi, uzundu
Ve nasıl olduysa oldu
Yitirdim bir anda gözden
Hani düş gördüm desem
O zaman sağ bileğim niye kanıyordu.
KÜRK TAMİRCİSİ YORGO VE KÜÇÜK BİR OLAY
Tepebaşı'ndan Pera'ya girerken
Küçük bir alandan geçeceksiniz
Geçmeyin!
Sağda ufak bir dükkan vardır, benimdir
Kapının üstünde KÜRK TAMİRCİSİ YORGO yazılıdır
İyi havalarda kapısı açıktır
İçersi biraz loştur
Loşolsun, ben severim, böylesi daha güzeldir
Ben, karım, bir de anjel
Biz üçümüz kürk kaplarız, kürk dikeriz
Anjel elimzide büyümüştür, iyi kızdır
Hemen hemen hiç konuşmayız - içersi biraz loştur -
Yoktur ki ne konuşsak yıllarca konuşmuşuz.
Ama baksak ki birbirimize arada
- Yorulunca işten bakarız da -
Sanki herkes yeni bir haber getirmiş gibidir
Öyledir öyledir
Yüzlerimiz ona göre kesilmiş
Ona göre biçilmiştir
Çünkü insan yalnızken katettiği yollardan
Ne zaman geri dönse yeni bir haber getirir
- Doğrusu kentlerden kentlere mektuplar da böyle sessiz gider -
Ve dışardan biri geçse gözlerimiz ona dikilir
Çok görmüşümdür iş hanlarındaki terziler
Kapıları açık terziler de böyledir
Biri merdivenleri çıkmayagörsün
O çıraklar kalfalar yok mu
Dişlerinde iğneler, iplikler
Başlarını kaldırıp
Hepsi birden göz kulak kesilirler.
Her neyse
Biz karı koca masada çalışırız
Anjel yerde çalışır
Nedense hoşlanır bundan, yerde çalışır
Biraz da açık saçık giyinir - söylerim, dinlemez -
Kürkleri bacaklarının arasına sıkıştırır
Kızarsa donunu filan gösterir - söylerim, dinlemez -
Yeni evlidir, kocası burada yoktur.
Ruhi Bey derler bir adam vardır
Ne bileyim işte, böyle bir adam vardır
Cin gibidir, nereden geldiği bilinmez
Dükkanın önünde durur
Tam şurada dikilir
Git dersin gitmez
Bu kez de Anjel'e dönerim
Anjel, derim, bak kızım Anjel
- Söylerim, dinlemez -
Yeni evlisin, kocan ne der
- Hiçbir şey demez!
Yeğeni vardır bir de Anjel'in
Şu karşıki dükkanda çalışır
On altı yaşlarında, çocuk
Bir gün yakaladığı gibi Ruhi Beyi
Tuttuğu gibi yakasından
Gerisini sormayın daha iyi
- Çünkü ben böyle şeyleri pek sevmem -
Hep birden karakolluk olduk
Bu olaydan tanırım işte Ruhi Beyi.
Gene mi
Evet, geliyor
Seyrek de olsa geliyor
Bakıyor bakıyor bakıyor yalnız
Anjel desen öyle
Bacaklarını dikmiş oturur
Aldırdığı bile yok
Ruhi Bey de artık fazla kalmıyor.
RUHİ BEY ANLATIYOR:
BİR DÜĞÜN GÜNÜ VE SONRASI
Kısacık bir gündü, bir iki dakikalık bir gündü
Çocukların günü gibi bir gündü
Kahverengi fotoğrafları vardı, bulanıktı
Hiçbir şey açık seçik görünmüyordu
Kocaman bir bahçe olmalıydı, orda burda
Tavuskuşları olmalıydı, herbiri
Öyle bir başına hiç kımıldamadan duruyordu
Saniyeler sümbüller gibiydi
Saniyeler sümbüller gibiydi dokunsam iki parmağım arasında akıyordu
Kısacık bir gündü.
Bir kişi bile yoktu
Hayrünnisa ile ben vardım
Seylan taşları ile işlenmiş bir iğne vardı
Yansıyan kırmızılık taranıyordu güneşte
Kan gibi parlıyordu
Şöyle böyle hatırlıyorum
Beni ölüme uğurlayan bir düğün günü
Babamı hatırlıyorum
Babamın ölümünü
Kırbacıyla birlikte bir çam ağacına gömülü
Annemsa odasında babamın
Hasta yatağında
Kımıldamadan yatıyor
Pencerede sapsarı bir limon görüntüsü
Duvarda rengarenk bir kırbaç koleksiyonu
Hatırlıyorum
Dişleri vardı Hayrünnisa'nın
Hatırlıyorum
Bir şeyler vardı, ortasından kesilir gibiydi
Dişleri bembeyazdı
Kesilen her şey bembeyazdı
O dişleriyle vardı, ben yoktum
Seylan taşlı iğnenin altındaydım, ben yoktum
Hayrünnisa vardı, ben yoktum
Üç gün üç gece geçti, ben yoktum
On gün daha geçti,sonra ben günleri unuttum
Bir kuşluk vaktini iyi hatırlıyorum
İçerenköy'deki tozlu bir yolu
Postacıyı
Terziyi
Oyanmış limonluğu
Çiçek satan adamı
Bir otobüs durağını iyice hatırlıyorum
O yoktu.
Ve bir sabah ben vardım
Koskoca bir konağı bir başıma soydum
Yer halılarını çıkardım, kalın kadife perdeleri
Maun konsolu, Çin porselenlerini, gümüş takımlarını
Hatırlıyorum
Mineli pandantifleri çıkardım, altın zincirleri, pırlanta yüzükleri
Büyük kristal avizeleri, sedefli koltukları
Bursa çatmalarını, Beykoz koleksiyonlarını, minyatürleri
Hepsini, hepsini bir bir çıkardım
Tutkuyla çıkardım, şehvetle çıkardım
Öfkeyle
Kanını akıtaraktan konağın
Hatırlıyorum
Konakta o gece konakla kaldım.
BİR GENELEV KADINI VE...
Girdi
Sırtında eski bir ceket vardı
Bir yerlerden sızmıştı sanki, gün ışığı gibiydi
Sarışındı
Önce bir süre kapının önünde durdu durdu
Gölgelendi, inceldi, beni gördü
Pek önemsemedim
Baktı, hiç konuşmadı
Oysa bir İsa tasviri gibi uçumluydu, güzeldi
Yer gösterdim, oturmadı
Bir sigara yaktım, ona da verdim
Aldı
Sigarasını ben yaktım
Kısa bir gülümseme yürüdü dudaklarından
Benim dudaklarıma da geçti
Çocuklar gibi kızardım
Öteki kızlar gülüştüler
Ben kendimi sevdim, güvendim
Saçlarımı düzelttim, göğsümü biraz kapadım
Bana elini uzattı, ellerimiz birbirine değdi
Sıcaktı, inceydi, kıskanırım anlatmaya bu eli
Ağır ağır odama çıktık.
Girdi
Açık pencereyi kapadım
Perdeyi çektim
Arkamı döndüm, yavaş yavaş soyundum
Bileğimdeki saati çıkardım
Sigaramı söndürdüm
Tam o zaman..
Zaman da değildi belki
Önce korkunç bir gözyaşı seli
Sonra alabildiğine bir kayalık
Kayaların üstünde bir kertenkele
Ardından bir ormanın uğultusu
Binlerce kanat sesi
Sağ elinde bir bıçak
Yok, hayır, bıçak da değildi
Vuran, ezen, öldüren bir el
Ve eller
Ve dişler
Kendimden geçtim.
Bir daha gelmedi, hayır, bir daha hiç gelmedi
Ama onunla ben
Ne zaman istedimse o zaman yattım.
RUHİ BEY VE LİMONLUKTAKİ YANGIN
Niye lmalı öyleyse
Aşk mutlu bir sürgünlükse.
Üvey annemdi benim, ben sarışındım
On altı yaşındaydım, sarışındım
Bulanık çıkmış fotoğraflar gibiydim, görünümsüz
Yalnızdım, karışıktım
Beni tanıyan kimseler yoktu
Hiç yoktu
İçime kapanıktım
Büyük ağaçların altında
Havuzun kırık taşları arasında
Bilmezdim mutluluk nedir
Bilemezdim
Alıp başımı gitmek isterdim
İsterdim ama, kalırdım
Sanki kar yağışlarının ardından
Uzun süren kar yağışlarının ardından
Sevimsiz bir lunaparkta
Kimsesiz bir atlıkarıncaydım.
Bir limonluğumuz vardı, öğle saatlerinde
Bazen o limonlukta uyurdum
Karışık düşler görürdüm
Yalnızlık?
O bir başına kalırdı, ben bir başıma kalırdım
Sanki hiç tüketilmeyen bir otobüs durağı
Gibi kalırdım
Bir gün
İçeri girdi, uyanıktım
Yarı uzanmıştım, uyanıktım
Bir üşümüşlüğü tutuyordum yüzümde, uyanıktım
Dudakları aralıktı, ben uyanıktım
Öyle bir süre durdu, baktı
O baktı ben de baktım
Yanıma usulca uzandı
Uzandığını görmedim, ama uzandı
Dağıldı, uçuştu, bir gülüş gibi uzandı
Önce şaşırdım
Önce hiç kımıldamadım
- Yalnızlık biraz azaldı -
Saçlarımı sevdi, hiç kımıldamadım
Bir biçim değildim sanki, bir nesne, bir şey değildim
Biraz utandım
Sokuldu bana iyice, bana sarıldı
Dudaklarımı aldı, dudaklarımı taşırdı
Köpüren sütler gibi taşırdı
Köpükler içinde kaldım
- Mevsim her zamanki gibi yazdı -
Birden beyaz bacaklarını gördüm
Sonra her şeyi gördüm
O her şeyi ben ilk defa gördüm
Ses çıkarmadım
Ses çıkarmadım, köpüren sütler gibiydik
Beni yeniden öptü, üstüne çekti beni
Köpüren sütler gibiydik
Limonlar beyazlandı
Bir limondan başka bir limona geçtik
Bir limondan başka bir limona geçtim
Gözlerim süt gibiydi, sayısız gözlerim vardı
İlk defa vardı
Upuzun sürdü, kısacık sürdü
Beni bıraktı
Ayağa kalktı, saçlarını düzeltti
Süt dindi
Ama ben kaldım
Çoraklar, çöller, tuzlu denizler gibi kaldım
O gözlerini dikti bana
- Ben suyun yanması gibi tuzda -
Anlamsız, uzun
Gizli, korunaklı
Yüzüyle itermiş gibi ilk defa gördüğü bir yaratığı
Yıllarca, ama yıllarca
Baktı baktı baktı.
Kimseye bir şey söylemedim
Ama bir daha gelmedi
Ne sevgi, ne nefret, ne önceleri bir şey duymadım
Sadece gelsin istedim
Uyanık bekledim
Gelsin istedim
Ama bir daha gelmedi.
Anladım neden sonra
Anladım kötülük olsun diye geldiğini limonluğa
O bembeyaz dişleriyle yoktu, ben vardım
Üç gündüz daha geçti, ben vardım
On gün daha geçti, sonra ben günleri unuttum
- Unutmak! ben büyüdükçe o benim çocukluğum -
O yoktu
Beni uyardı, beni yalnız bıraktı, anladım
Çocukken vururdu, kanatırdı, ezerdi
Bu kez de
Anladım severekten
Okşayaraktan yapmak istedi aynı şeyi.
Üvey annemdi, ben sarışındım
O da sarışındı
Beni uyardı, beni yalnız bıraktı
(Açık saçık giyinirdi, pek anlamazdım
Dudaklarını ıslak tutardı, pek anlamazdım
Şehvetle aralardı, bembeyaz dişlerini görürdüm
Bembeyaz dişlerini görürdüm
Bembeyaz
Kalçalarını okşayaraktan tutardı.)
O günden sonradır ki iyi tanıdım ben kanı.
Bir gece uykudaydı bütün konak
Gizlice bahçeye çıktım
Yaralı bir hayvan gibi sürünerekten
Sokuldum limonluğa usul usul
Döktüm bir şişe gazı ve limonluğu yaktım.
KISA BİR NOT:
KONAKTA SON GÜN VE..
Ve yıllarca sonra kadının ölüsünü
Bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden.
O gece konağın bütün lambalarını yaktım
Elimde bir içki şişesiyle ben
Sanki bir insan şehrayini vardı da, ben
Gecesiz bir sarışındım
Gecesiz bir sarışındım ve işte
Bütün kapıları açtım kapadım
Kırdım parçaladım elime ne geçtiyse
Biblolar mı olur, yağlıboya tablolar mı, kristal takımlar mı
Elime ne geçtiyse
Açtım pencereleri dışarı attım.
Durmadan atıyordum, eşyalar bitmiyordu ki hiç
Eşyalar bitmedikçe öfkeyle içiyordum
Ve kinle
İniltiler duyuyordum aşağıdan yukarıdan
Ve bağrışmalar
Ve çığlıklar duyuyordum bir de
Tanıdığım artık ve bildiğim iyice
Acayip hayvan seslerine benzeyen
- Konak ki bir şimşekti de, elle düzeltilmişti sanki bir yağmur öncesinde -
Uşaklar evlatlıklar birbirine giriyordu
Birbirlerinden çıkıyordular
Aralarına karıştım
Boşaldım boşaldım boşaldım
Ve bilirdim, biliyordum, süresiz bir sarışındım
Başkalarını da çağırdım daha sonra
Ve karşıladım.
Oramlakarşıladım, en çok oramla
Kapıda karşıladım, düşümde karşıladım
Bir sürü adamlar geldi,o bir sürü adamla bir sürü kadınlar
Nerde kim varsa işte bir bir geliyordular
Mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar
Ellerinde paketlerle geliyordular - neler yoktu ki -
İçkiler, çiçekler, pastalar
Küçük küçük paketler, büyük büyük kutular.
(Ah, ne de çok şeyleri vardır da, nasıl
Hep böyle yerinde harcar bu kentsoylular.)
Giysiler giysiler gene giysiler
Fiyonklar, boncuklar, payetler
Değerli - değersiz, sahici - yalancı
Türlü türlü iğneler, yüzükler ve kolyeler
Önce hep nasılsınızlar, lütfenler, oturmaz mısınızlar
Denenmiş iç geçirmeler, gizliden bakışmalar
Ve yaldızlı cümleler
Bu pazar ne yaptınız? Hangi pavyonda? Sahi mi?
İğreti kahkahalar, ucuzundan gülmeler
Bacak bacak üstüne atmalar, yerlere uzanmalar
Sigaralar içkiler
Sonra gene içkiler, hiç bitmeyen içkiler
Ve dudaklar ve gözler, ince uzun boyunlar
Memeler, kalçalar, kıçlar, falluslar
Ve yavaştan seviciler, ibneler
Poz kesen jigololar.
(Nasıl da vaktini bilirler her şeyin
Ve vaktinde girişirler herşeye bu kent soylular.)
Sabaha karşı duruldu her şey
Gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler
Duruldu konak
Denizanaları gibi açıldı kapandı
Sızanlar mı dersiniz, uyuyup kalanlar mı
- Elle düzeltilmiş bir yağmur sonrası mı acaba -
Bir ara yağma edildiydibütün kamçılar
Ne kalmışsa kırıp dökmediğim
Fırlatıp atmadığım
Yağma edildiydi gümüş şamdanlar
Saatler, konsollar, sehpalar
Perdeler, avizeler, halılar.
(Bilmezsiniz siz, bilemezsiniz
Görseniz nasıl ince
Nasıl da kibardırlar bu kentsoylular.)
Kanadı kanadı kanadı o gece bütün konak
Görkemli bir Kadın kaburgasını andıran konak
Bahçede acı acı bağıran tavuskuşları.
(Kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayı da
Azıcık sırıtırlar, azıcık da şakaya filan alırlar
Ve usuldan ve bozmadan hiç durumlarını
Çıkarlar kırıtaraktan dışarı
Yalanla avunurlar, yalanla korunurlar
Bilmezler utanmayı hiç bu kokuşmuş kentsoylular.)
Yaktım konağı da o gece
Bir daha, bir daha yaktım
Yüzlerce, yüzbinlerce yaktım hiç usanmadan
Aklımda bunlar kaldı sadece.
Soluksuz sessiz
Gölgesiz devinimsiz
Bir Ruhi Bey olarak Ruhi Beysiz
Kentin içine kadar sokuldum.
Ağzımın içi zehir gibiydi
Tuttum bir sigarayaktım
Kravatımı düzelttim
Ayakkabılarımı sildim
Ve sordum:
- Ben Ruhi Bey nasılım
- Sahi siz nasılsınız Ruhi Bey
- İyiyim iyiyim.
BİR OTEL KATİBİ
Anlamadığım şu
Ben neden bir otel katibiyim
Eskiyim, renksizim, kimsesizim
Yontulmuş kalemlerden, sosisli sandviçlerden iğrenirim
Papazlardan, homoseksüellerden iğrenirim
Kız kurularından ve saldırgan dullardan
Ve yaşlı adamların sararmış dudaklarından
Ve deli saraylılardan, onların aybaşı kokularından
Kendimden kendimden
Ve nedendir ki ben
Sararmış bir sürahide kirli bir su gibi bekletirim.
Günlerden ne? Pazartesi! İyi bilirim
Ama gün nedir bilmem
Çiylerle çiçeklerle çamlarla doldurulmuş gün
Göğsü bir martı göğsü gibi denizlere değen
Parklarda bahçelerde göz dolduran gün
Bir çocuğun gözlerinden gözyaşı içen
Sesini bir ayin gibi uzaklardan duyduğum
Gün nedir.
Kokular vardı ayrı ayrı, ben unutmuşum
Hepsi şimdi bir otelin kokusu
Kullanılmış çamaşırların ve bavulların kokusu
Ve telefonların ve kapısı açık helaların
Ve hasta soluklarının, tozlu yer halılarının
Sabahlara kadar yanan ampullerin kızgın
Birbirine karışmış, değişmeyen kokusu.
Ruhunda kasvetin suyunu buldu
Kimdir
Olsa olsa bir otel katibidir
Bir otel katibi her yerde bir otel katibidir
Gözlüklü ve tedirgindir
Hiç yıkanmamış gibidir, parmakları sarıdır
Ön dişleri çürüktür, avuçları terlidir
Yıllar var ki bir kumaş düşler kendine
Ve bu yüzden olacak sanki biraz terzidir.
Sorarım - ki otel katipleri sorar - bir terlik nedir
Terliğin yenisi yoktur
Geçmişi yoktur, geleceği yoktur
Yeri ve kimliği zaten yoktur
Bir terlik bir terliktir o kadar.
Bilirim kötünün kötüsü bir oteldir burası
Odalarında hamam böcekleri, sinekler
Pis yataklar, lekeler, sararmış çatlak lavabolar
Peki bir insan nedir
Sorarım - ki otel katipleri sorar -
Bir gün gittikçe ufalıyordum
Düş müydü, gerçek miydi, iyi bilemem
Oturmuş bir küvete kuruyup kayboluyordum.
Şarkıcılar, sokak çalgıcıları gelir en çok
Sokak kadınları, serseriler
Evet, ara sıra Ruhi Bey de gelir
Kan renginde gelir, yolunu şaşırmış bir böcek gibi gelir
Sapından eğilmiş bir gelinciğin öğle uykusu gibi
Çocuksu hafif
Tam bizim otelliktir
Sanırım elbisesiyle yatar, ayakkabılarıyla
Sabah olunca erkenden kalkar
Ve kalkar kalkmaz başlar içmeye, doğrusu pek anlayamam
Uçak saatlerini sorar, lüks lokantaları sorar bir de
Pek anlayamam
Şu var ki, kendiyle eğlenir gibi sorar
Elinde vapur tarifeleri, kataloglar
At yarışı listeleri
Yanaşır pencereye, ışığa tutar birer birer hepsini
- Otel her zaman loştur -
Bakar bakar bakar.
Nemli bir havlunun yere bırakılışı gibi
Çöker bir iskemleye sonra
- Çoğu zaman böyle yapar -
Sokağa bakar aralıksız
Öyle bakar ki, sokakta bir şeyler olmuş sanırsınız
Sanki bir cinayet işlenmiş, biri parasını çarptırmış
Ya da terkedilmiş bir kadın yakalamış kocasını
Bağırıp çağırıyordur gebe karnını göstererek
Nerdeyse
Hani nerdeyse polisler gelecek
Nerdeyse
Hani nerdeyse polisler gelecek
- Gerçi her türlü olaya tanığızdır bu sokakta -
Oysa işte Ruhi Bey
Görerek bakmıyordur ki bir şeyler anlasanız
İçer bardağındaki son yudumu da
Topundan boşalan bir kurdele gibi
Sarı bir kurdele gibi
Çekip gider az sonra.
BİR OLAY: RUHİ BEY VE GÜLCÜNÜN ÖLÜMÜ
Bir kara parçası sanır insan
Düştü mü başı derde
Kendini açık denizlerde.
Şimdi bir kıyı bile değil
Bir ufuk çizgisi bile değil
Yalnızca ölü
Sabaha doğru yağan karın altında
Kıvrılmış kalmış
Besbelli tutunmak istemiş boşluğa
Kolları havada
Sıkmış avuçlarıyla bir demet gülü
Yayılmış gövdesine bir gülümseme
Ve çevresine
Taş binalara, karanlık pencerelere
Kefeni kardan ve gülden.
Polis arabası kapıya geldiği zaman
Giyimevlerini, mezecileri, postaneyi geçerek geldiği zaman
Arka sokaklardaki birkaç kiliseyi
Cenaze levazımatçılarını ve
Bin dokuz yüz yirmi sekiz modasına göre giyinmiş bir kadının bir anlık ölüsünü
Geçerek geldiği zaman
Bir kamyon et boşaltıyorken bir kasap dükkanının önünde, tam o zaman
Yüzü sabunlu bir otel müşterisinin elinde traş makinesiyle
Pencereden sarktığı zaman.
Polis arabasını görmeden önce
Her yanı aynalarla çevrili bir meyhanedeydim
Sırçaları dökülmüş aynalarla
Parça parça görüyordum kendimi
Dışarda kar vardı, kirli kar
Isınmak için konyak içiyordum
- Isınmak için mi dedim, tuhaf -
Dışarda kar vardı
Saat dokuzu on geçiyordu, Balıkpazarı'nın her günkü sabahı
Yıllardır hep aynı sabah
İri bir kayabalığının içbükey karnı
Ve binlerce, on binlerce kedinin hep birden
Kente hiç uymayan bir yaratık gibi kımıldandığı
O sabah.
Polis arabası kapıya geldiği zaman
Aynalıpasaj'ın düğmecileri, gömlekçileri
Yüzükçüleri, bilezikçileri, tuhafiyecileri
Dükkanlarını açık unuttukları zaman
Ve dükkanların üstündeki heykelciklerin
Bir yas törenine hazırlanır gibi
Anlatımlarını değiştirdikleri zaman
Balıkçıların balıkların karşısında en iyi durdukları zaman
Ayakta çay içtikleri zaman
Mermer masaların altından yorgun gövdeleriyle
Çıktıkları zaman serserilerin
Ve Pasaj temizlenmeye ve karlar kürenmeye başladığı zaman
Masmavi iki yengeç gibi bakmaya başladığı zaman gözleri garson Vasil'in
Tam o zaman.
Polis arabası kapıya geldiği zaman
Üç kişi siyah bir otomobilden indiler
Üçü de sivildi, ellerinde çantaları vardı
Ben meyhanenin penceresindeyim
İçerde ve kar içindeydim
Bir demet gül içindeydim
Güle gömülüydüm
Kana.
Polis arabası gittiği zaman
Demir kapının yanında ölü
Gökyüzünü dönemecinin altında
Ve yerde bırakmamak ister gibi sözünü
Elinde bir demet gülle
"Gül, gül!" diye acı bir bağırtıyı uzattığı güllerle
Ipıslak saçlarıyla buzdan yatağına uzanmış.
(O zaman ıhlamur ağaçları kardan görünmezdi. Gözlerim azalırdı,
gizlenirdim. Babam koyu kahverengi çizmeleriyle karları ezer ezer
ezerdi çakıltaşlarının ayaklarının altında oynaştıklarını duyuncaya
kadar. Annem çatı katının yanındaki sivri kuleden gözlerini ayırmazdı,
yeter ki gök kanasındı beyaz beyaz ve kocaman bir alabalığın karnı.
Uşaklar bir köşeye sinerlerdi, hiç konuşmazlardı, bir kristal sürahi
rüzgardan ürperir titrerdi. İniltiye benzeyen bir ses yayılırdı.
Karanlığa yapışırdım, bir kapı karanlığına, bir duvar karanlığına, bir
yokoluş karanlığına. Ölüm çok uzaklardaydı, o zaman çok uzaklardaydı
ölüm.)
Sordu
Karla kaplı kirli bir cümle
Başında kimler vardı?
Bir, emekli postacı Hüseyin
- Çok adres bildiği için adı pezevenge çıkan -
İki, cenaze kaldırıcısı Adem
- Çıplak kafalı, ön dişleri çürümüş -
Üç, akordeoncu kadın
- Hemen hemen hiç konuşmayan, saçları oksijele sarartılmış, Bizanslı bir
kehribar taciri gibi şişman, yaşlı ve kızoğlankız -
Ve sonra ötekiler
Üç Horan Kilisesinin kapıcısı
Çingene çalgıcılar, bademciler
Lotaryacılar
Bir iki garson
En geride
Çengelli iğne satan bir kız çocuğu.
Ve onu kaldırdılar, ben gördüm
İkinci konyağımı içtim bitirdim
Demir Kapıdan çıkardılar ve gördüm
Morg arabasına koydular
Kapısını ittiler, kapı kapandı
Taraklar, istiridyeler açıldı kapandı
Çiçekler titreştiler
Bir balıkçı balık doğradı ve tarttı
Pencereden çekildim.
Günlerdir ilk olarak güldüm, gülümsedim
Yıllardır ilk olarak
Sanki ilk gözyaşının tarihini buldum, üstünü çizdim.
Ve sordu gene
Ölümle kaplı o kirli cümle:
Siz Ruhi Bey nasılsınız
Ben Ruhi Bey nasılım
Anladım anladım
Ve şimdi iyi biliyorum artık nereye.
CENAZE KALDIRICISI ADEM
Bir ölü nedir ki bir ölüm nedir
Acıyla kirlenmektir, acıya sevinmektir.
Siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz
Gelmesine geliriz, birazcık gecikiriz
Ne kadar gecikirsek o kadar iyiyiz
Ben o kadar iyiyim.
Bir zamanlar hamaldım, çelenk taşırdım
En güzel çiçekleri ben sırtımda taşırdım
Caddelerden geçerdim, büyük vitrinlerin önünden
Serlerden bahçelerden güne damlardım
Renklere karışırdım, kentin ışıklarına
İçinden soyulan bir portakal gibi
Kendi içdenizlerimi öper okşardım
Süslenmiş gibi olurdum
Kokular içinde kalırdım.
Sonra bir gün çağırdılar
Sonra bir gün beni gene çağırdılar
Artık hep çağırdılar, dört kişi olduk
Dört kişi gerekliydi, dört kişi olduk
Ölüleri gördük, ölüler koltuktaydılar
Ölüleri gördük ölüler yatakta
Ölüler giyinik, ölüler çıplak
İşte biz dört kişi buna alıştık
Bizi alıştırdılar.
Omuzlarım kesik kesiktir, nasırlıdır
Her zaman bir ölü vardır omuzlarımda
O kadar ölü vardır ki her yanımda benim
- Ölüler içindeyim! ölüler içindeyim! -
Örneğin bir bardak su içsem bir ölü kayar şuramdan
Su içmeyen bir balık gibi kayar
Ölülere takılmış bir uçurtma gibiyim
Biraz öyleyim.
Ve otel müşterileri, onlar
En inandırıcı ölülerimdir benim
Her biri biri ölümü her gün yeniden yaşar
Camlara yapıştırılmış yüzler gibi
- Unutmak utanmaktır, siz bilirsiniz -
Hüzünsüz, anlatımsız, soğuk
Akşamüstü rengidedirler ve yorgundurlar.
Siz daha iyi bilirsiniz, Hıristiyanları soyarlar
Ölüleri çıplaktır onların
Ne yalan söyleyeyim görünce huylanırım
Yeni ölmüş genç kızlar yeni doğmuş çocuklara benzerler
Görünce huylanırım
Bunu karıma da anlatırım, su dökünürüm
Adım mı, Ademdir, iyi adamımdır.
Karıma anlatırım ya, size de anlatırım
Bir gün bir ölü kaldırdık, Aşkenazlardan
Heni şu Leh Yahudilerinden işte
Gözleri o kadar mavi olan, mavi bir suda yüzer gibi gövdesi
Saçları tütün rengnde
Her neyse, uzatmayalım, bir de baktık ki ölünün arka cebinde
Dolarlar, marklar, sterlinler
Önce paylaşmayı düşündük, yalan söylemeyeyim
Götürüp geri verdik az sonra
Götürüp geri verdik, yüz lira aldık
Hepsi hepsi yüz lira
Bir gün bir ölüye asılı iki torba
Torbalar kalçalara inmiş, askılar omuzlarda
İçleri altın dolu
Ölüyse bir okcakarı, Ermeni
Çoluk çocuğu
Elbette geri verdik altınları da.
Ve genç bir kız ölüsünden ametist bir kolye çıkardım
Doğrusu sakladım onu gizlice
Karımdan bile sakladım, karımdan
Niye mi sakladım, uğurdur diye.
Bir karım, iki çocuğum, dört kişiyiz
Kimseler bizimle konuşmaz
Mahallede kahveye çıkmam, anlarsınız
Giderek alıştım içkiye de
Demin de söyledim ya, iyi adamımdır
Benden kötülük gelmez
İnanır mısınız, bir gün gene bir ölüyü kaldıracağız
Tam kaldıracağız, birden farkına vardım
Adam düpedüz yaşıyor
Oysa raporlar filan tamam
Buzluğa girdi mi o anda işi bitik
Başında mirasçılar yas giysileri içinde
Dedim ya, birsden farkına vardım
Evet, o gün bugündür yaşıyor
Cihangir'de oturur, zengindir
Bir iki kez evine de uğradım
Beni pek sevmez.
Ne de olsa herkes biraz ölüdür
Otel müşterileri en önde gelir
Kendileri soyar kendilerini kendileri giydirir
Büyük kentlerin büyük tabutlarıdır oteller
Nedense işte onlar gökyüzüne gömülür.
Bu sabah on birde bitirdim işimi
Gidip uyuyacağım
Belki de
Ya karımla ya da
Bir başka ölüyle yatacağım.
ACABA
Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık! insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.
Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş birsemte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç laınan.
Yürüyor mu, yüremeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa
Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi
Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.
DÜŞLÜYOR ÖLÜMÜNÜ RUHİ BEY
Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.
Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey
Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü
Ve görmemek ister gibi ölüyü
Oturmuş bir iskemleye.
Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.
Getirdiler beni sayrılar evine bir sabah
Asansörle yukarı çıkardılar
Tertemiz bir yatağa yatırdılar - ben böyle istedim böyle oldu -
Oda numaran 283'dü aklımda doğru kaldıysa
Pencereden tepeler görünüyordu, bulutlar ve birtakım kuşlarla devinen tepeler
Yakınımdan geçiyordu bazı kuşlar da
Beyaz bir saat asılıydı duvarda. Duvarın her yerinden
Bembeyaz saatler asılıydı
Ve her şey o kadar beyazdı ki, ayrıntılar
Yılların eklem yerlerini gösteriyordu sanki
Ve bütün eklem yerlerinde koskocaman bir ölü
Ruhi Beyin ölüsü
Hepsi de ur gibi beni
Sarmıştı ur gibi Ruhi Beyi
O gün sigara içtim akşama kadar
- İkinci gün aldılar sigaramı -
Ve saatler biraz sarardı
Sarardı bütün ayrıntılar.
Ve otuz sekizin altına düşmedi ateşim
Yataktan kalkamadım
O gece uyuyamadım sabaha kadar
Koridorlarda ayak sesleri, bağrışmalar
Kapı gıcırtıları ve acayip sesler
Bilmem böylece kaça çıktı beklediğim ölüler.
Üçüncü gün kan şişeleri, tüpler, serumlar
Doktorlar, hastabakıcılar
Aralıksız girip çıkmalar
Gidip gelmeler
Tepelerden pencereye akan kuşlar
Pencereye sıvanan kuşlar
Ve benim mutluluğumun altında
Kararıp yitti bütün ayrıntılar
Bir daha görünmedi
Ve artık hiç görünmeyen
Şişeler, tüpler, serumlar.
Ve o gün ilk defa ölüsünü gördü Ruhi Bey
Soğumuşgövdesini gördü
Donuk gözlerini, durmuş kalbini
Gördü neye benzerse bir ölü.
- Ben Ruhi Bey nasılım
- Mutlusunuz Ruhi Bey.
Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım
Ruhi Bey öldü
Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım
Bir daha görmek için ölümü
Çelenkler yığılacak avluya
Ki benim sayısız ölülerime
Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar
Sevgiyle
Ve babam elinde gümüş kırbacıyla
Bir başına bir ölü
Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiş ölümlüğünü
Ölüler halinde duracak onlar da
Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler
Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında
Ve benim mutluluğumun altında
Akıp gidecek bütün kötülükler
Ölümün armaları gibi
Akıp gidecekler en sonunda
Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.
KORO
(Çiçek sergicisi, meyhane garsonu, meyhane patronu, kürk tamircisi Yorgo,
Hayrünnisa, genelev kadını, otel katibi, cenaze kaldırıcısı Adem, akordeoncu
kadın, emekli postacı, vb.)
Çelenklerimizle geldik, yoktunuz
Ara sokaklarda, pasajlarda aradık, yoktunuz
Meyhanelere baktık, otellere sorduk, yoktunuz
Nerdesiniz, Ruhi Bey?
RUHİ BEY
O kadar bekledim ki, geliyorum
Ölümümü bekledim, geliyorum
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
Bekledim geliyorum.
Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey
Ölümü gömdüm, geliyorum
Bir sonbahar günüydü, geliyorum
Güneşler buz gibiydi, geliyorum
Ve bütün kötülükler
Ölümün armaları gibiydi
Size anlatırım, geliyorum.
Hepsini, hepsini gömdüm, geliyorum
Havuzun kırık taşlarını - siz bilmezsiniz -
Limonluğu ve kırmızı konağı - siz bilmezsiniz -
Aynalarda kendini seven Ruhi Beyi - siz bilmezsiniz -
Ve bildiğiniz Ruhi Beyi -ya da pek bilmediğiniz -
Gömdüm ben, geliyorum.
KORO
İyi biliriz sizi biz, iyi biliriz
Nerdesiniz Ruhi Bey.
RUHİ BEY
Gömdüm hepsini, geliyorum
Bütün ölülerimi gömdüm, geliyorum.
KORO
Peki ya sonuç, Ruhi Bey, ya sonuç
Biz sizi tanımaz mıyız
Siz ne yaparsınız bundan sonra, biz ne yaparız
Bir bütünün parçalarıyız, bir bütünün parçalarıyız.
RUHİ BEY
Sonuç mu dediniz, ne dediniz, ne dediniz
Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum
Ben yalnız ölülerimi gömdüm, geliyorum.
KORO
Doğrusu anlamıyoruz Ruhi Bey
Her insan biraz ölüdür
Biz ki bir bütünün parçalarıyız, biliriz
Her insan biraz ölüdür.
RUHİ BEY
İnsan yaşıyorken özgürdür
Yaklaştım iyice, geliyorum.
KORO
Her insan biraz ölüdür
Biz de biraz ölüyüz.
RUHİ BEY
Ölüler ki bir gün gömülür
İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
İnsan yaşıyorken özgürdür
İnsan
yaşıyorken
özgürdür.
Edip Cansever / Ben Ruhi Bey Nasılım. (1976)
Gönderen a. zaman: 01:58 0 yorum
Etiketler: Edip Cansever
Buse
Kaç
yıldır
saklıyorum
Puslu
bir
ilkyaz
gecesi
üçüncü
sınıf
bir
sokak
aralığında
Avcumun
içinde
söndürdüğün
sigara
yanığının
izinde
ilk
öpüştüğümüz
anın
heyecanını
.
Gönderen a. zaman: 01:50 0 yorum
Etiketler: Refik Durbaş
Geriye Kalan
bir anahtar verdindi bana
kabaran yüreğimi bilerek.
kullanıp durdum onu gönlümce,
aşkıma kenar süsü diyerek;
aşındırdım dişlerini zamanla.
geriye ben kaldım işte.
yalan olur sevmedim dersem;
ama yolcu yolunda gerek.
ey ömrümün uğuldayan durağı;
yanlış hesaptan dönerek,
benli günlerini sil istersen.
geriye sen kaldın işte.
Gönderen a. zaman: 01:45 0 yorum
Etiketler: Metin Altıok
Evde Yoklar
Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.
Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.
Gönderen a. zaman: 01:43 0 yorum
Etiketler: Metin Altıok
-neden-
neden
hep
boş
bir
bardağa
yüksünmeden
boyun eğer
sürahi?
Gönderen a. zaman: 01:42 0 yorum
Etiketler: Metin Altıok
Gelmiş Bulundum
Ben mişim -neymiş- su sesiymiş
Oymuş -cam kırıkları gibi gövdemi yakan-
Yanağında sardunya kokusuyla yazdan
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş
Bir yabancı mı, yoksa bir ermiş
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.
Güneş mi batarmış bir özel ismi bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.
Yıldızlar, büyülü ülke adımı unutturan
Bir kaya, bir ot, bir akarsu
Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu
Ki bütün ölüleri sığa çıkaran
Ve kenti bir ölüm derinliğine salan
Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.
Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.
.
Gönderen a. zaman: 01:36 0 yorum
Etiketler: Edip Cansever
2 Ekim 2011 Pazar
Göl
Keşif için, Vladimir'e...
Bu yaban dünyada bir köşe vardı.
Gençliğimizin baharında gittiğim,
Kara kayalarla sarılmış ve
Yüksek çamların kuleleriyle çevrilmiş-
Öylesine güzeldi ki yalnızlığı
Vahşi bir gölün, onu daha az sevemzdim.
Ama kara kefenini serdiğin gece üzerine
Herşeye serdiğin gibi,
Ve gizemli rüzgar
Ahenkle mırıldanarak gittiğinde,
O zaman- aho zaman- uyanırdım.
Issız göl dehşetine.
Ama korku değildi
İnsanı titreten bir zevkti bu dehşet-
Öyle bir duygu ki ne madenler, mücevherler
Ne de- hatta senin aşkın
Kandırabilirdi anlatmaya beni
O zehirli dalgadaydı ölüm
Bir mezarlık çukurumda-
Yalnız imgelemi böyle teselli bulan,
Kimsesiz ruhu bu karanlık gölden
Bir Adeb yaratan, O'nun için.
Gönderen a. zaman: 11:05 0 yorum
Etiketler: Edgar Allan Poe
27 Eylül 2011 Salı
Odun
Buram buram ironi kokan, gün boyu aklımda dönüp duran bir şiir bu, özellikle:
İstanbul'un ortasında bir bahçe
Silme güvercin tavanı
Yeşeren ekinlerin muştusunca
Eylül bitiminin aydınlık günü
Sıcacıktın aşklıydın bence
Sensizlikte bir yoksuldum yavandın
Şuramda saklı o sıcacık ekmeği
Senin doyumluk aşına bandım
Bakmakla doyulmaz çeşniden
Özlemlerle ışımış bir yüzün vardı
Gayrı çil çil düzen yokluğunda kül kesilir
Bunca ömrüm varlığınla uzardı
Salt sana vergi umudu aşılamak
Dipdiri aklın fikrin yüreğince uluydu
İçin dışın boz ela gümrah gözlerin
Güzeli yeniydi İstanbul'luydu
Hayatı bölüşürken güleçtik dobradobraydık
Sana ekli yaşamak elbet içime sindi
Hani yüzümüzü ağartacak günlere teşne
Yoksun çağlar dost çağanlar içiydi
Sen vardın son yaz vardı bitişiğimde
Bambaşka gördüm ülkeyi halkı acunu
Gerçekliğin bacasında kopkoyu tüttün
Gürül gürül yanası ocağımın odunu
Kıvancım sensin ergem sensin bilgim sen
Kuşandıkça beni ben eden kılık
Barışta hürlükle sevdayla gelen
O cayılması ayıp mutluluk.
.
Gönderen a. zaman: 13:51 0 yorum
Etiketler: Metin Eloğlu
14 Eylül 2011 Çarşamba
aşklar mı diyordun, anladım.
senin incindiğin,
benimse yollara düştüğümdür yeniden.
Gönderen a. zaman: 07:13 0 yorum
Etiketler: Ahmet Telli
1 Eylül 2011 Perşembe
bense, toy bir çırak
kırık keman
paslanmış tabanca
küflü bir an
kurutulmuş papatyalarla
kitabın ortasında
.
Gönderen a. zaman: 15:36 0 yorum
Etiketler: Behçet Aysan
ey eflatun aşk
bana eflatun yağmurlar
yağdırabilir misin
getirebilir misin geçen günleri geri
tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin
sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar.
.
Gönderen a. zaman: 15:33 0 yorum
Etiketler: Behçet Aysan
kimi şeyler vardır
o an yazılamaz
söylense,
söz sözün boşluğunda kalır
bir söğüt düşünün gölgesiz
bir yarın düşünün bugünsüz
bir şarkı yankısız
bir aşk
düşünün
anısız.
.
Gönderen a. zaman: 15:31 0 yorum
Etiketler: Behçet Aysan
1.
hoşça kal ayak izim
serseri sokaklarda
hoşça kal
kendine bir başka
gökyüzü büyüten
kardeşim
gece feneri
hoşçakal kal çaldığım
islık
söylediğim türkü
doludizgin karlarda.
hoşça kal
annemin
yüzü
hep beyaz yaşmaklı
sırı dökülmüş bir yalnız
aynada.
hoşça kal
dolunayın
altında
ıhlamur ağaçlarına
kazıdığım
şey
hoşça kal uzaklarda yanan
anızların parıltısı hoşça kal.
2.
bir gün gelecek bu gün de
bir anı olacak nasılsa
oturduğumuz bu masa
bu kum saati, bu rüzgar, bu eski
komodin
bu kırık
sandalye
bu kelepir yürek
bu aşk
nasılsa.
3.
hoşça kal ayak izim
serseri sokaklarda
hoşça kal
yarım kalmış
duvar yazıları
hoşça kal
bir gün gelecek
akacak yeraltı suları
hoşça kal
yakut, bezirgan, gön
hoşça kal eski zaman
aktarları
gidiyorum
bu şehri bu yağmuru
bu düşleri
bu aşkı bu kavgayı bu kederi
size bırakarak...
Gönderen a. zaman: 15:28 0 yorum
Etiketler: Behçet Aysan
kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
.
Gönderen a. zaman: 15:28 2 yorum
Etiketler: Behçet Aysan
28 Ağustos 2011 Pazar
hep unutursun ya bir şeyleri bir yerlerde;
işte: bütün kış, balkonda, büyük saksıların arkasında unutuğun;
dondurucu soğuklar, kurutucu rüzgarlar geçiren, sonunda, baharda, zaten yetersiz olan küçücük saksısı içinde, hiç nemi kalmamış durumda bulup hatırladığın bir yaşındaki fıstık çamı fidesi,
şimdi, saksısı değiştirilmiş, toprağı zenginleştirilmiş, bolca sulanmış, nisan güneşinin altında duruyor
- ama hala kupkuru, cansız, daha dallaşamamış üç küçük çıkıntısının ve tepesindeki büyüme noktasının sararmış sivri yapraklarında enufak bir yeşillik belirtisi bile yok -- ne bekliyordun ya: bütün o geçirdiklerinden sonra, ilk suyla, ilk gün ışığıyla, ilk ılıklıkla, hemen canlanıp yeşere miydi?...
"yürüme"
Gönderen a. zaman: 06:11 0 yorum
Etiketler: Oruç Aruoba
neredeler ki şimdi, bizim için bir zamanlar
yaşamsal önemi olan o ötekiler - nerelere
gittiler, nerelerde kaldılar: biz, arıyor,
soruyor muyuz onları - neyiz ki biz zaten?! - -
anılar, ve anılar, ve anılar, ve
unutmalar, ve unutulmuşluklar...
anılarımızı da unuturuz biz zaten -
anımsamalarımız, zaten, unutulmuşluklarımızdır:
anımsadıklarımız, zaten, çoktan, unuttuklarımız...
ancak unuttuklarımızı anımsarız biz zaten:
anılarımızı da, zaten, unuturuz;
çoktan, unutmuşuzdur.
"Yürüme"
Gönderen a. zaman: 06:07 0 yorum
Etiketler: Oruç Aruoba
4 Ağustos 2011 Perşembe
cocukluğumdan kesilen saçlarımı
geri istiyorum berberlerden
(anneme küstüğüm için oluyor bütün bunlar)
yüzümü ve dizlerimi bi koşu
kanatıp okulun bahçesinde
tekrar dönerim, hemen.
büyüklere mahsus şeyler de konuşuruz
seninle istersen.
yoruldum çok
kente ve sana durmaktan
öfkem ne sana ne de başkasına
üstelik geceden marilyn monroe
ve senin gözyaşın geçti
hadi barışalım.
hem hiç bir mevsim ısıtmaz ellerimi
anne gibi
istersen kahve içip fal da bakarız yine
bana üç vakte kadar bir yolculuk görünür
belki ay doğar fincanda hanemize.
alevi içine bakan bir mumum ben
derine kaçan bir anıyı isiyorum
berberlerden.
Gönderen a. zaman: 08:23 0 yorum
Etiketler: Birhan Keskin
Her şeyin dünündeyim
I
Kendine kucak arayan gövde
kendini yok eden gövde
yitirdin kendini işte
artık ne yurt sana
ne varolabiliyorsun başka evde.
Bu mum medeniyetinde
bu metal öznede
bu cam sözde
ne yurt sana dil
ne şölen yeterince.
II
Ben büyüdüm
akasyalar öldü
üzgünüm.
dışınız çok kalabalıktı
beni içinizdeki zindana attınızdı
olur ya bir gün
suyu hatırlar şelale
şeytan utanmayı öğrenir ve
yüzleşir yüzünüz mevsimlerle
sırf bu yüzden büyüdümdü,
akasyalar öldü.
III
Karanlık suyun dibini göze aldım
sonsuzluğu göze aldım o yatakta
sen gittin ben bu balkonlara kaldım
metalin damara dayandığı nokta
şimdi söylüyorum dilimdeki küfrü
büyülü sözü kalbimdeki:
tekrar karşılaşsak
ölür müsün?
IV
Kışı neden bu kadar çok sevdiğini
ve neden her şeyin bir sonla noktalandığını
sorma,
ben de bilmiyorum.
Anı olacak bir şeyim yok
her şeyin dünündeyim.
V
İçime işleyen acıyı size değil
bir suya bırakmayı öğrendim
dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
bu yüzden ne bir ağacım var
bana beden
ne de çiçek açacak benden.
Gönderen a. zaman: 08:21 0 yorum
Etiketler: Birhan Keskin
...
seni kırdığım yerden beni de kırdılar.
ben hiçbir cümleye ağlayamam artık seni
.
Gönderen a. zaman: 08:16 0 yorum
Etiketler: Birhan Keskin
...
dürtme içimdeki narı
üstümde beyaz gömlek var
.
Gönderen a. zaman: 08:13 1 yorum
Etiketler: Birhan Keskin
Kapı
geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.
dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.
dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.
açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?
biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.
kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.
bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.
gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu!
biri gelse, biri görse, şimdi,
rüzgar sallıyor beni...
.
Gönderen a. zaman: 05:20 0 yorum
Etiketler: Birhan Keskin
18 Temmuz 2011 Pazartesi
Ester'in Söyledikleri
ester'in söyledikleridir
insanlara uzaklık vurma
ama herkes ki kendisi olsun
sonra herkes kendisi olsun
bir gün herkes kendisi olsun
.
Gönderen a. zaman: 09:54 1 yorum
Etiketler: Edip Cansever
açılmamış bir şarap şişesiydim
ki öyle kaldım
acımı köpürtmedim
içime sağdım
gözyaşlarımı göstermedim
ki sildim
özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
başaramadım
içimde kara kara bulutlar sallandı
ki sallandılar
dışarı yağamadım
ve yenildim ve sustum
.
Gönderen a. zaman: 09:54 0 yorum
Etiketler: Edip Cansever
ve hemen gidemedim
ve artık gidemedim
ve sonra hiç gidemedim
kurtuluş'ta, son durakta bir tramvay ölüsü
sanki ben
öylece kalakaldım
hepimiz kalakaldık
elimizde tetiği çekilmeyen
namlusu yönsüz bir tabanca gibi...
.
Gönderen a. zaman: 09:48 0 yorum
Etiketler: Edip Cansever
29 Haziran 2011 Çarşamba
Hadisene
Bir kıyımız mı kaldı bu denizde? Onu da batır hadi!
Çiçeğimizi yol, rüzgârımızı bur, suyumuzu acıt.
Gökyüzümüz mü nerde? Sahi nerde bizim gökyüzümüz?
Hani lokman bulutlarımızda güvercin lekelerimiz?
Gözümüzü körelt hadi, içimiz börtsün, ellerimizi yırt..
Bak, ıslağımız da kurudu, kurumuz yamyaş.
San ki bönüz, sanki debelenen bir sıpayız çayırda, hiç şenlik
görmemişiz!
Ko, yarın sabah ortalık da ışımayıversin;
Ko, buluşmayalım şu kuytu haziranda;
O salı gecesi hiç sevişmeyelim mi? peki sevişmeyelim;
Ne çıkar?
Ne mi çıkar!
Gönderen a. zaman: 16:45 0 yorum
Etiketler: Metin Eloğlu
Nedircik Yavrusu
...
Nicesini sevmiş özlemişimdir
Zamanla bıktım unuttum belki
Ama bu hep aklımda
Gönderen a. zaman: 16:43 0 yorum
Etiketler: Metin Eloğlu
Hız
Kişi diledi mi bir cayılmaz ediniyor kendine
Şimdilerde horozlanan bir umuda abanıp
Her gün bir ertesi ustalığa bürünüp
Sağınlar yolladı beni bu besine
Aşk mı? O en kesin yasam
Ne güzel kendimi bu hızda bilmek
Değil sana boşvermek
Tavuk bile kesemem
Gönderen a. zaman: 16:41 0 yorum
Etiketler: Metin Eloğlu
Ayşemayşe
Tüyü bitmemiş yetimliğimde miydin neydin, oysa babam yine sağ
Ama adın Ayşe´ydi, ya da ayşemayşeydi ki
Seni sırtımda bir küfe ana-kız gibi sevdim
Değdim de denebilir - bakışıyorduk ya -
Kış aksırığı hohlanmış ellerine
Sonra senler bir başıboşluğa tüydü gitti
Çalpara eteklerin çapraz ellerimde
Sen de öyle mi yap dedim kendi kendime
Coş savrul koşukoşuver esri
- Ne haddime? -
Ne haddime mi
Oh, her çimdik morartısına indiğimde
Bir dişi çukur - çıkmak belki de -
Basamaklar noksandı hep
Tabanlarımla merdiven içiçe
Yepyeni bir göz takınıyordum tez
Senin senden önceni görmeyesiye
Adın Ayşe miydi, ayşemayşe miydi ne
Kıraça daldım çok, kireç kerpiçe som buğday ekercesine
Yufkayı un-ufak edercesine, ne ki en acıkımlık
Gölgesinde bir leş yatırın çınarına ilk balta bu sevi
İçi vıyıl vıyıl kurt, o da bir çeşni
Ama kıç cebinde hep o yassı şişe
İlle seni övdüm seni bildim seni sevdim yaşadım
Yani bir gidişat ki pırnakıl bencesine
Herkese duyur emi
Ötesi tüm ayşemayşe
Ha, bir de dulun penceresine tırmanmıştım yaz serinliğinde
İbrişim dokurcasına keten kenevir yerine
Ah ödünç Ayşe, ah yaşamın eğirdiği kıvrak yün
Kâh kendini didiklercesine edindiğim büklüm filoş
Dur, tâ gitme
Bülûğ gövdede bir yanı gevşek örgüm
Varını nakışlarcasına mıydı beni sevmen
Alı al molu mor kilimler saçağında
Bir azman çiçek gibi bükülmezliğimde, hoş
Dipdiri sırmayı tiftikleyip de püskül kılmacasına
Sımsıcak, yorgan-döşek, bitirim
Maraş´ları Muş´ları hep geze geze
İstanbul´dan hiç mi hiç çıkmadım
Nice senler saysam yol boyunca sevdiğim
Tepeden tırnağa ayşemayşe
Sana bağdaş kuruşlarım mı? tuzuyaş´ın biriydim
Hep o ben yaşımda
İster şuydun de, ister buydun; doğrusu Metin
Eh, bana bir türkü şimdi, ilki Karacaoğlan´dan
Hasan yanım hâlâ çocuk tâ Alamanya´larda
Özetliyeyim mi?
Bu bir sevi tınazı
Ve de ben kırık-dökük bir yaba.
.
Gönderen a. zaman: 16:14 0 yorum
Etiketler: Metin Eloğlu
15 Haziran 2011 Çarşamba
2 Ekim 1945
rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti...
bitecek fakat...
Gönderen a. zaman: 06:28 0 yorum
Etiketler: Nazım Hikmet Ran
27 Nisan 2011 Çarşamba
Gözleri
Sanki hiçbir şey uyaramaz
İçimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin gözleri.
Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.
.
Gönderen a. zaman: 16:33 0 yorum
Etiketler: Edip Cansever
21 Nisan 2011 Perşembe
İki Kalp
iki kalp arasında en kısa yol:
birbirine uzanmiş ve zaman zaman
ancak parmak uçlariyla değebilen
iki kol.
merdivenlerin oraya koşuyorum,
beklemek gövde gösterisi zamanin;
çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
bir şeyin provası yapılıyor sanki.
kuşlar toplanmış göçüyorlar
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
.
Gönderen a. zaman: 06:08 0 yorum
Etiketler: Cemal Süreya
13 Nisan 2011 Çarşamba
Sayfa 49
Toprağa mızrak diktiler, bıçak sapladılar, yaralandı. Derken,
uyumuşuz. Yıllar boyu. Bir gemi yolculuğuymuş bu.
Ruhun dudaklarındaymış, küçük burnunda, uzun kemiklerinde.
İfritler tutmuşlar da elinden seni kurtlara götürmüşler.
Beklemişler şafak olsun da uyanasın diye. Uyanmamışsın, aman uyanma,
bekle, geçsin günler, tutulsun güneş, kararsın gök. Gizlice geleceğim,
zifiri bir dehlizden geçip, denizlerin dibini bulacağız, açtığında gözlerini
ışıksız bir dünyaya, korkma, yalvarırım korkma, kendi ışığım bile sönmüş deme,
buluruz elbet kuru bir meşe, tutunuruz, vururuz kumsala, sen ve ben, çıplak.
İşte o zaman yıldızları tekrar elimize alsak, savursak, kahkahalar atsak...
.
Gönderen a. zaman: 15:59 0 yorum
Etiketler: Levent Yılmaz
2 Nisan 2011 Cumartesi
Sakıncasız
Bir kuş tüyüne değip de berelenmeden
Bir güz yelinde örselenmeden hiç
Çayırın acı yeşillerine uğramaksızın
Hırpalanmadan gün ışığında
Papatya kokularıyla ırgalanmadan
Sen yine orda mısın demeden
Sen hala
Sen hala gel demeden
Geliyorum ben sana.
.
Gönderen a. zaman: 10:22 0 yorum
Etiketler: Metin Eloğlu
8 Mart 2011 Salı
neden bilinmez
alırsın yarı tuğla gibi kitabını
sarılırsın yatağa giderken
okumadan kaparsın gözlerini
içindeki dizeler
geçer gider gözlerinin önünden
bilirsin nerede ne diyor kime diyor
uyursun sonra
büyük saat akmaya devam etmektedir
uyku sürer
tüm saat kuleleri
yanlış da gösterse zamanı
bilirsin biri var bir yerde
saatin kaç olduğunu saklayan
.
Gönderen a. zaman: 16:13 0 yorum
Etiketler: turgut uyar
Şimdi Bir Ürüzgar Geçer
bana yollardan bahsedin artik,
buyusun yalnizligim.
bir kadin ve bir gecelik sarhoslugun pesinde
olume benzer duraklardan...
simdi bir garip ürüzgar gecer bilir misiniz?
perdesiz,yataksiz, atessiz
sapli'nin hanindaki kavaklardan...
halbuki ben yildizlara bakanda
aglamaliydim.
bulutlar bir yesil, bir beyaz oylece
kalbimde bir uzuntu kimsesiz, urkek
tatli bas donmelerine benzer bir gece
sonra bir eski sarki hatirlar gibi
bir ses, yabanci ve guzel, uzaklardan..
herkes kendi hurlugunde olmeli
olmek, olmekse.
asirlarca evvel bu dunya
baska insanlarindi.
kardesce uzatiyorum yanaklarimi, iste
insanca atesler almak icin
gelip gectikce open dudaklardan...
simdi bir ürüzgar gecer kavaklardan
sapli'nin hanındaki.
hanci isinir, yolcu usur yalnizliginda,
bir uzun ic cekis buyur daglara dogru
bu son gecesidir artik agladigimin,
birakin yeniden uzuleyim
icimdeki yillanmis meraklardan.
Gönderen a. zaman: 16:02 0 yorum
Etiketler: turgut uyar
"...
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sessizce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kadar gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
..."
Gönderen a. zaman: 16:00 0 yorum
Etiketler: turgut uyar
4 Mart 2011 Cuma
Bir Yılın En Soğuk Akşamında Aşk Övgüsü
yemin ederim şiir değildir, şiir değildir
daha başka bir şeydir ki, göz yumulur..
nasıl yadsınabilir yüreklerde gezinmesi
tozlu bir gümüş tabağın, çiçeksiz bir sardunyanın
bir kadifenin avuçları kamaştıran anısı
ıpışık caddelerden, armağanlık çiçeklerden
kanı çekilir gibidir eski dünyanın
kalabalıkta, yarışsız bir hipodrom ıssızlığında
bir suyun durmadan durmadan aktığı sanısı
geceyi, egemen geceyi hazırlayan akşamı
bir altın yüzük gibi sıyırmak taşbebeklerden
köşebaşları acımasız bir yüzdürler sunarlar kendilerini
dünyada, bir güneş yılının en soğuk akşamı.
iki kişinin birbirine baktığı akşam saatinde
uzakta bir ırmak bir tomruğu taşıyordur elbette
bir yer sızlıyor belleğimde seni bir yerden tanıyorum
işte ellerin birini öldürenin elleri
bir merdiven taşıyan birinin elleri
belki biçimli ama ağzın ilgilendirmiyor beni
sen su mu içerdin süte ekmek mi batırırdın
o büyük nehir sürerken kütükleri
seni tanıyorum elbet ama neye yarar
uzun zamandır buluşmamıştık
hem insan ne kadar taşıyabilir şuncacık yüreğinde
bunca gemiler bunca tirenler gazeteler
oradan oraya taşırken en kötü haberleri.
yemin ederim aşk değildir bu
dünyada, bir güneş yılının en soğuk akşamı
soğuğun kertesinde gözlerdeki bu buğu
yemin ederim aşk değildir, aşk değildir
daha başka bir şeydir ki, göz yumulur.
Gönderen a. zaman: 12:45 0 yorum
Etiketler: turgut uyar