8 Ağustos 2010 Pazar

Atları Seven Bir Çocuk

bir güneşlenmek yeri!... deniz. uzak anımsamalar!..
“haziran bu yıl da geç geçecek, biliyorum.”
sizin burnunuzda bir tütün kokusu, her yerinizde
bir tütün kokusu,
bay deniz kestanesi.
ve uzaktaki şemsiyesi bir balmumu arısının...

bir güneşlenmek yeri!...
gazozlar hâlâ sıcak, hâlâ öğleden sonra “ne iyi”
demek hâlâ yakınmaya hakkım var.
kelimeler soluk. bir şey mi yapmalıyım?
-evden mi kaçmalıyım?-
(saçlarını taradı, güneşe baktı
kendi sürecini yaşayan bir bakla)
“gel al güzel deniz aygırı, yaman pegasus
sonsuz kargaşamı.”

atları seven bir çocuk...

“senin resmin var ya uzayıp gidiyorduvarlarımda
marionetshire'da harlech castle'ın batı kulesi
aşağılık zapartasıyla amcamın.”
bir sülüğe can çekiştiren eski geçmiş, eski eski
ve tuzda ölüm,
sardunyayı sulayan, eski eski...
bakırla demirin dövüştürüldüğü yavaş bir akşam
öbür şeylerin ve kırmızı ışıkların
bakırla demirin bir sarışın perçem akşamı.
-evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım.-
güneş birden batardı, her yerde kediler ve ağaçlar vardı

“amca”
nasıldı iki tekerlekli arabalar...
“senin bildiğin bir şey var, bana demiyorsun
söz gelişi aldım bir kayayı
bir kayayı ne yapmalıyım, demiyorsun...
oysa ben senden daha çok şey bilirim büyücüler üstüne
evine sadece geceleri gelen ve sıcak şaraplar içen...”

surları yıktınız mı, akşam
sarı bir başlangıçtır, gitgide karaya dönen.
karaya ve çocuklar bile, ve küçük yaramazlıklar bile, ve haklı
“siz bize hiç inanmadınız ki, hiç inanmadınız ki, hiç
oysa bir aktır karaya dönen, oysa çocuklar daha lirique'tir
shakespeare'den. sonra,
makedonya falanjistlerinden daha kahraman...”

beyaz atın gölgesi, sen dur!...
artık bir aldanışa kanmayan gözlerimden. dur!...
“duvarlarım,
gel al cepkenimi güzel at, duvarlarım bütün senin olsun
duvarlarım, bütün ukalâ resimleriyle, babamın sıkıştırdığı,
babamla annemin kavgalarından bir ufak kırmızı,
ufak bir kırmızı, duvarda, ufak bir kırmızı
ufak bir kırmızı...”
yemeğe!...
-evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım.-

“hiç anlamadığım mondrian, serzenişçi matisse
bulanık siyahkalem, hergele miro,atlar gidiyor...”
sonsuz bilincinde yaşamanın.
o atlar.
“sonra gazeteleri görüyorum, bütün gizleri
savaşa başlamak gerek galiba.
yarın. yarından tezi yok. baltamı ve bıçağımı
ve atlarımı...”

“amcam kravatını düzeltti, babam eski bir evde.
bir yepyeni kıştı ıslıkları değerlendiren
ne eğlendik ne eğlendik
elbisesi çok eskiydi...”

ne akşamı? “baba”
haziran gecikecek biliyorum...

“ama başka bir şeyi de değiştiriyor,
atları atları,
atları....”