28 Ağustos 2011 Pazar

hep unutursun ya bir şeyleri bir yerlerde;
işte: bütün kış, balkonda, büyük saksıların arkasında unutuğun;
dondurucu soğuklar, kurutucu rüzgarlar geçiren, sonunda, baharda, zaten yetersiz olan küçücük saksısı içinde, hiç nemi kalmamış durumda bulup hatırladığın bir yaşındaki fıstık çamı fidesi,
şimdi, saksısı değiştirilmiş, toprağı zenginleştirilmiş, bolca sulanmış, nisan güneşinin altında duruyor
- ama hala kupkuru, cansız, daha dallaşamamış üç küçük çıkıntısının ve tepesindeki büyüme noktasının sararmış sivri yapraklarında enufak bir yeşillik belirtisi bile yok -- ne bekliyordun ya: bütün o geçirdiklerinden sonra, ilk suyla, ilk gün ışığıyla, ilk ılıklıkla, hemen canlanıp yeşere miydi?...


"yürüme"

neredeler ki şimdi, bizim için bir zamanlar
yaşamsal önemi olan o ötekiler - nerelere
gittiler, nerelerde kaldılar: biz, arıyor,
soruyor muyuz onları - neyiz ki biz zaten?! - -
anılar, ve anılar, ve anılar, ve
unutmalar, ve unutulmuşluklar...

anılarımızı da unuturuz biz zaten -
anımsamalarımız, zaten, unutulmuşluklarımızdır:
anımsadıklarımız, zaten, çoktan, unuttuklarımız...
ancak unuttuklarımızı anımsarız biz zaten:
anılarımızı da, zaten, unuturuz;
çoktan, unutmuşuzdur.


"Yürüme"


4 Ağustos 2011 Perşembe

cocukluğumdan kesilen saçlarımı
geri istiyorum berberlerden
(anneme küstüğüm için oluyor bütün bunlar)
yüzümü ve dizlerimi bi koşu
kanatıp okulun bahçesinde
tekrar dönerim, hemen.
büyüklere mahsus şeyler de konuşuruz
seninle istersen.

yoruldum çok
kente ve sana durmaktan
öfkem ne sana ne de başkasına
üstelik geceden marilyn monroe
ve senin gözyaşın geçti
hadi barışalım.

hem hiç bir mevsim ısıtmaz ellerimi
anne gibi
istersen kahve içip fal da bakarız yine
bana üç vakte kadar bir yolculuk görünür
belki ay doğar fincanda hanemize.

alevi içine bakan bir mumum ben
derine kaçan bir anıyı isiyorum
berberlerden.

Her şeyin dünündeyim

I

Kendine kucak arayan gövde
kendini yok eden gövde
yitirdin kendini işte
artık ne yurt sana
ne varolabiliyorsun başka evde.

Bu mum medeniyetinde
bu metal öznede
bu cam sözde
ne yurt sana dil
ne şölen yeterince.

II

Ben büyüdüm
akasyalar öldü
üzgünüm.

dışınız çok kalabalıktı
beni içinizdeki zindana attınızdı
olur ya bir gün
suyu hatırlar şelale
şeytan utanmayı öğrenir ve
yüzleşir yüzünüz mevsimlerle

sırf bu yüzden büyüdümdü,

akasyalar öldü.

III

Karanlık suyun dibini göze aldım
sonsuzluğu göze aldım o yatakta
sen gittin ben bu balkonlara kaldım
metalin damara dayandığı nokta
şimdi söylüyorum dilimdeki küfrü
büyülü sözü kalbimdeki:

tekrar karşılaşsak
ölür müsün?

IV

Kışı neden bu kadar çok sevdiğini
ve neden her şeyin bir sonla noktalandığını
sorma,
ben de bilmiyorum.

Anı olacak bir şeyim yok
her şeyin dünündeyim.

V

İçime işleyen acıyı size değil
bir suya bırakmayı öğrendim
dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
bu yüzden ne bir ağacım var
bana beden
ne de çiçek açacak benden.

...
seni kırdığım yerden beni de kırdılar.
ben hiçbir cümleye ağlayamam artık seni

.

...
dürtme içimdeki narı
üstümde beyaz gömlek var


.

Kapı

geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu!
biri gelse, biri görse, şimdi,
rüzgar sallıyor beni...

.