23 Aralık 2010 Perşembe

Bir Martıyı Ağlattın Sen



...
Bir martıyı ağlattın işte
Bir çocuk garanti intihar eder artık.

7 Aralık 2010 Salı

Beş Satırla




Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.



8 Eylül 2010 Çarşamba

Preguntas Hermosas

8 Ağustos 2010 Pazar

Atları Seven Bir Çocuk

bir güneşlenmek yeri!... deniz. uzak anımsamalar!..
“haziran bu yıl da geç geçecek, biliyorum.”
sizin burnunuzda bir tütün kokusu, her yerinizde
bir tütün kokusu,
bay deniz kestanesi.
ve uzaktaki şemsiyesi bir balmumu arısının...

bir güneşlenmek yeri!...
gazozlar hâlâ sıcak, hâlâ öğleden sonra “ne iyi”
demek hâlâ yakınmaya hakkım var.
kelimeler soluk. bir şey mi yapmalıyım?
-evden mi kaçmalıyım?-
(saçlarını taradı, güneşe baktı
kendi sürecini yaşayan bir bakla)
“gel al güzel deniz aygırı, yaman pegasus
sonsuz kargaşamı.”

atları seven bir çocuk...

“senin resmin var ya uzayıp gidiyorduvarlarımda
marionetshire'da harlech castle'ın batı kulesi
aşağılık zapartasıyla amcamın.”
bir sülüğe can çekiştiren eski geçmiş, eski eski
ve tuzda ölüm,
sardunyayı sulayan, eski eski...
bakırla demirin dövüştürüldüğü yavaş bir akşam
öbür şeylerin ve kırmızı ışıkların
bakırla demirin bir sarışın perçem akşamı.
-evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım.-
güneş birden batardı, her yerde kediler ve ağaçlar vardı

“amca”
nasıldı iki tekerlekli arabalar...
“senin bildiğin bir şey var, bana demiyorsun
söz gelişi aldım bir kayayı
bir kayayı ne yapmalıyım, demiyorsun...
oysa ben senden daha çok şey bilirim büyücüler üstüne
evine sadece geceleri gelen ve sıcak şaraplar içen...”

surları yıktınız mı, akşam
sarı bir başlangıçtır, gitgide karaya dönen.
karaya ve çocuklar bile, ve küçük yaramazlıklar bile, ve haklı
“siz bize hiç inanmadınız ki, hiç inanmadınız ki, hiç
oysa bir aktır karaya dönen, oysa çocuklar daha lirique'tir
shakespeare'den. sonra,
makedonya falanjistlerinden daha kahraman...”

beyaz atın gölgesi, sen dur!...
artık bir aldanışa kanmayan gözlerimden. dur!...
“duvarlarım,
gel al cepkenimi güzel at, duvarlarım bütün senin olsun
duvarlarım, bütün ukalâ resimleriyle, babamın sıkıştırdığı,
babamla annemin kavgalarından bir ufak kırmızı,
ufak bir kırmızı, duvarda, ufak bir kırmızı
ufak bir kırmızı...”
yemeğe!...
-evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım.-

“hiç anlamadığım mondrian, serzenişçi matisse
bulanık siyahkalem, hergele miro,atlar gidiyor...”
sonsuz bilincinde yaşamanın.
o atlar.
“sonra gazeteleri görüyorum, bütün gizleri
savaşa başlamak gerek galiba.
yarın. yarından tezi yok. baltamı ve bıçağımı
ve atlarımı...”

“amcam kravatını düzeltti, babam eski bir evde.
bir yepyeni kıştı ıslıkları değerlendiren
ne eğlendik ne eğlendik
elbisesi çok eskiydi...”

ne akşamı? “baba”
haziran gecikecek biliyorum...

“ama başka bir şeyi de değiştiriyor,
atları atları,
atları....”

24 Haziran 2010 Perşembe

Otobüs Durakları

Yapmayın çocuklar, kaçmayın…
Yaklaştığımız kadar çokuz aslında birbirimize…
Yapmayın, zilini çalıp kaçtığınız kapılar kadarız hepimiz
ve
içeridekiler kadar yalnızız…

Yapmayın,
Vurmayın su bidonlarına dan dun
kaçırıp telaşlandırmayın hüzünlerimizi bu yangın akşamında.
Yapmayın çocuklar, yeter…
Sınamayın beni.
Seviyorum başka seçeneğim yok
Karakollar yemin verdirir geceye,
dilencilerin ömürleri yalan,
yolcu yolundadır her sabah,
Hicaz Nihavend kılığında gezer -ki yakalanır en son-
ve
ben seviyorum…
Başka seçeneğim yok…
Yapmayın,
hemen asmayın yüzlerinizi,
karartmayın ellerinizi,
itelemeyin beni..
Değişen ben değilim, sır köprüleridir ayalarımda oynayıp duran
ve insan
zamanı zamanla aldatan…
Yapmayın çocuklar,
seslenmeyin düşlerime,
açmayın uykularımı
ne olur bağırmayın,
uykusuzluk diz boyu gergefte dokunan,
Dağıtmayın çocuklar, yapmayın…
Atmayın sırtınızdan sevdanızı
bir de
sabahları,
bilmez misiniz körüklü otobüsler ne çabuk götürür onları…
ve
ondan orospu çocuğudur bütün otobüs durakları…


Haziran 2009

8 Şubat 2010 Pazartesi

Manastırlı Hilmi Beye Birinci Mektup

İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
İşte şu begonya, işte yalnızlık
İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
İşte yok oluşumdan doğan kent
Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
Ben dediğim koskocaman bir oyuk
Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
Bir oyuk! sofrada, mutfakta, yatağımda
Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
Yetişip öne geçiyorum sık sık. Sözgelimi
Bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
İyi
Bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
Salıyı gösteriyor.

Salondaki büyük saati sattım
Saatin ölçebileceği
Herhangi bir zaman parçası yok
Gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
Bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
Ne gereği var ki saatin
Balkona çıkıyorum sürekli
Yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
Bir semtin ilk rengini alıyorum
Örneğin Ümraniye'de bir çay bahçesindeyim
Bazan
Anılardan anılara bir yol

Ve
Anılardan anılara sallanan bahçe
Hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
İyi.
Yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
Bu sabah bu sabah
Oralı olmadı kimse -pazartesi miydi-
Oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
Nasıl?
Güllerse güller içinde yani
Ve balkon demirinde bir martı. Dedim ki
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok evin içinde
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok
Sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
Ve göklerden tepelere inen bir sokak
Ya da bir akarsuyum ben
Denizse
Şuralarda..
Yok önemi bir iki gün kaldı -martı-
Balkonda
Deniz de öldü sonra, martı da
İyi iyi.
Suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
Günler -seni anımsadığım zaman-
Birden Kurtuluş'tan Taksim'e giden bir tramvay görüntüsü
Mavi bir elektirik çakımı tellerde
Sanki kar yağıyor da sürekli, Tepebaşı'ndayız
Karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
Besbelli Gümüşsuyu'ndayız, Rus lokantasındayız
-Ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
Şarap içmişiz, üşüyoruz
Dışarda dünya silinmiş
İkimiz ikimiz ikimiz
Böyle birkaç defa ikimiz
Sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
Nasılsa
Sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
Sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
Üşümüyorum da
Bende herkes var, diyen bir kızın titrek
Sesleri dökülüyor kucağıma
Dudaklarım kan mavisi bugün.
Biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
Biz burda kırk yaşındayız hepimiz
Dördümüz bir kişiyiz de ondan
İçimizden biri uyuyor olsa, falan filan
Onu bekliyoruz bir kişi olmak için
Evet evet, yanılmıyorum ben
Bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
Doğrusu ya
Yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
Duvardaki vitray, begonya
Begonya, vitray
Kurtuluşla Asmalımescit birbirine geçiyor
Bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
Karanfil kokuyorsa biraz
Yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
Saçlarını soğuk ve uzun.
Ne diyordum? yağmurlar, evet
Üşümüyorum ürperiyorum sadece
Biçimini zorlayan bir kedi gibi
Dur biraz
Kapı çalındı, hayır, telefon
Telefon kapı telefon
İkisi birden mi yoksa
Yoksa
Ne telefon ne kapı
Bir şimşek sesi hiç olmazsa
O da değil
Ses filan duymadım ki ben
Yuvarlandıkça büyüyen
Bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
İki sesi taşıyan bir ses
Neden olmasın
Biraz önceki gibi
Üstümden biri kalkmıştı -yok canını-
Öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
Yer değiştiren gezgin bir gölge
Bahçedeki ceviz ağacından
İçeri sürüklenen.

Eşdeğeriyle Yan

Eşdeğeriyle yan yana yürürken
Cehennem sokağında birey olmak,
Ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.

Saat beş nalburları pencerelerden
Madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.

Hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Bir Çiçek

Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,
Bir yanlışı düzeltircesine açmış;
Gelmiş ta ağzımın kenarında
Konuşur durur.

Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
Güverteleri uçtan uca orman;
Aldım çiçeğimi şurama bastım,
Bastım ki yalnızlığımmış.

Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

7 Şubat 2010 Pazar

Anons

Allah biliyor ya
Benim şaşkınlığım sizinkine benzemez
Hayrete düşürür beni umursamadığınız şeyler
Mesela ırmağa binen balık
Güneşi sırtında taşıyan dağ
Ve peribacaları, avurtları çökmüş kayalar
Ve sarışın semazenler, ayçiçekleri
Hayrete düşürür beni.

Merakım da sizinkine benzemez
Şöyle seslenirim bazen:
Yağmurkuşu bana bir şeyler söyle
Deli ırmak ne fısıldar denize.

Savaşım da benzemez savaşınıza
Yalın kalem
Dayanırım kelam kapılarına
Ya simmurga ya morga, farketmez.

Ve korkum, o da sizinkine benzemez
Saflar sıklaştıkça korkarım
Anlaşılmaktan korkarım, düşlerimden korkarım
Üstelik kırmızı ışıkta cam silen çocukları
Şoförlerden sakınmak zorundayım.

Bulut mu Olsam

Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri - 24 Eylül 1945

En güzel deniz:
. henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
. henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
. henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
. henüz söylememiş olduğum sözdür...