21 Aralık 2012 Cuma

Eleni'nin Elleri

Bir gün Eleni’nin elleri geliyor
Her şey değişiyor.
İlk İstanbul şiirden çıkıp yerini alıyor
Bir çocuk ilk gülüyor
Bir ağaç çiçek açıyor.

Eleni’den önce
Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım
Sabahları, akşamları bilmiyordum daha
Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde
Bir gün sabah her yanım.

Eleni geliyor
Dünyaya bakıyorum
Dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum
Sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada
O gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum
Brise Marine’i yeniden
Yeniden Annabel Lee’yi.
Eleni ile anlıyoruz
Bu gökyüzü niçin kalkıp gelmiş
Deniz niçin başını alıp gitmiş onunla anlıyoruz.

 Bir gün Eleni’nin elleri geliyor
Bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor.

7 Aralık 2012 Cuma

Tut ki Ben

tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan
ya da çok iyi bir şiir yazsan
bir saatin aralıksız işleyişi
bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi
 bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi
 onun için her akşamı iyi yaşamalıyım
 yani kıskanılan onu
 demek istediğim hepsi

Suya Varmak

...
bana sonra o uzak resimleri anlat
göl kıyılarında
kavruk bozkırlara yağmur yağmasını
seni birden sıcaklığından ayırmak
sıcaklığında tanımak birden seni
balkonlu geceler olur değil mi
ıslıklar olur değil mi
senin yokluğun olmaz değil mi
seni bulduğum tanrıdandır ona şükür
hep en iyi bugündü diyorum
hep öyle diyorum hep
hep öyle
hep…

29 Kasım 2012 Perşembe


...
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali…
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş, 
Sana Sapanca’’dan bir sepet elma almışım...




19 Ekim 2012 Cuma

Siyah Beyaz

 Beni dünyadan ötelere götürdün
 Kollarımı bağladın dur dedin
 Tuz kokan geceler dur dedi
 Durdum bekliyorum, gelme
 Ay aydınlık gece kara
 Gözlerimin ardında karanlık ölesiye
 Canlı ve cansız ne varsa sımsıkı
 Bu saat daha yakın daha el ele
 Şimdi yalnızlığımdan utanıyorum
 Durdum bekliyorum, gelme
 Bunu ta başından biliyordun
 Bir gün buralarda sonuncu kalışım olacaktı
 Ellerinin bir anlık şeklini tutacağım
 Bozkırdan günün son treni geçecek 
 Ben her şeye ardından bakacağım 
 Bunu ta başından biliyorum 
 Durdum bekliyorum, gelme 
 Artık ne sen konuşmalısın ne başkası
 Yaşamak adına geçtik bütün değerleri
 Beyazın en orta yerinde duydu yürek
 Bu rüzgâr tutmaz insanı uzun boylu
 Bu rüzgâr serseri
 Şimdi kavramların ve cümle rüzgârların dışında
 Durdum bekliyorum, gelme

22 Eylül 2012 Cumartesi

"gündüze dek kalasın diye sevdim seni geceden"





21 Eylül 2012 Cuma

"Ben çocukken (ne zaman çocuk olmuştum!) görünmeyen adam olup pasta yemek isterdim. Ne kıtmış tutkularım.
Gidiyor musunuz?
Güle güle.
Kapıyı iyice kapayın.
Sizden üşüdüm."





6 Eylül 2012 Perşembe

Kirli Ağustos


Ben uzakları iyi bilen bir adamın yakın elleriyim.











İdris'le Konuşma

-idris, sen ne yapıyorsun kuşların yanında
-idris'le konuşuyorum

kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
dalların üzerinde
gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
göklerde bir başına dolaşan
görkemle
büyük denizlerdeki yalnız kuşları
ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
okuyorum da
kuş olsun, insan olsun
yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
işte
suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
geçiyorlar martıların peşi sıra

ve küçük bir evin üst katı martı
duvarlarından sümbüller akan
sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
ve seninle biz iyi ki
sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
yoksul olmadı.

bak
bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan gözlerimi
dokunuyor ellerim gördüğün gibi
anlıyor dokunduğunu benden önce
emiyor suyu gözlerimse
emziriyor güneşi
ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
her gün
yaratacaklar elbette
ve sözgelimi ben
üstünde gökyüzünün
kum taşıyan mavnalar gibiyim

kimi zaman kavuniçi, kimi zaman osmanlı yeşili
sabahtan akşama kadar seyrederim
ve derim ki biz
çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
ana sütü gibi bir aydınlık içinde
yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
dik tutarak gövdemizi
umutla
bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.

yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
denir, çok şeyler denir, biliyorum
geçecektir hayatımıza mutlaka
çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
sonra hayat hayat gibi olacaktır.

bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
denizler bir fırtınalık görkemli
bizse kendimizi insan olarak
bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.

Dostlar


Geldin mi, iyi
Yollarından yürüyüşler sızdıran sonbahar.
...

İlkin

...
örneğin en sıcak ülkelerin yazında

en soğukların kışında

yanarım üşürüm berbat olurum

hiçbir şeye yaramam

ama yine de seni severim

o zaman sen de beni sev

evet

Biliyor musun?

"peki o zaman ben neden

dereceler sokayım koltuğumun altına

ateşim varsa zaten

ey gözleri maden

çünkü aşk bir suçlamadır

sonuna kadar yaşanmamışsa

bir bardak birada yeni bir deniz

ve yağmur

eski bir denizde yeni bir ada

yaşanmamışsa"

Ayrılıklardan

böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur...


o, kadırga taraflarında bir evden çıkmıştır.
masum bir yalanla -halama diye-
gözleri pabuçlarında, mahcup
ellerine yapışmış gibidir
harçlığından arttırıp aldığı
sevimli hediye...

ah, insan nasıl çıldırmaz nasıl
bir çaresizlik,
bir umutsuzluk sarmış her yanı.
aranızdan insanlar geçer.
bulutlar geçer.
o, kırmızı mürekkep gibi dudaklarıyla, zoruna
utanarak gülümsemeye çalışır.

bu gülüş en aldatmazıdır vaatlerin.
yıllarca sonra bir uzak gurbette bile;
zulmüne dayanılmazken yalnız saatlerin,
bir yeşil yaprak üstünde gözlere,
görünür, uzaklaşır...



"sonbahar -ki doyumsuz bir aşkın sonudur."





20 Ağustos 2012 Pazartesi

Flaş

...
Yaşlandık da ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
Saatlendiriyoruz günü
Bölüyoruz dakikalara
Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu.
Bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara
Bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul
Penceremizden
Mavi mavi hatmiler parlıyor dışarıda
Dışarıda küçük bahçemizde
Ayak izleri gibi gökyüzünün
Hatmiler
Bırakıyoruz bu sessiz uyuma kendimizi
Derken bir mavi damar, bir dudak büküş
İyi anlaşılamayan bir ses sokaktaki
Çırpına çırpına yükselen duman
Bir tutam saçın öne düşüşü
Sanki bir sardunya bir yaz boyu ne kadarcık uzarsa
Kaça alınırsa bir tükenmez kalem
Doluyor içimize öyle
Hayatın birdenbire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü
Yağmur yağacak.




Yorulduğun zaman söyle
Susalım, hiç konuşmayalım istersen
Sussak da, hiç konuşmasak da, sözlerin senin
Açık denizler gibidir zaten elimde
Her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren
Hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
Şairlerin flaşları kalpleridir
Dışarıya da parlamalı biraz
Kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
Sensin, iyi anlarsın beni
Gözlerine başka türlü bakıyorum
Ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
Nemli bir tülbent olup buğulanıyor
Ve yaslı ve mahzun
Ve devrilmiş bir boya kabı gibi de yoğun
Memleketimin gözleri
Yağmur yağacak.




12 Ağustos 2012 Pazar

Atlı Karınca

önceleri terliydi avuçlarımdan kayıyordu
sonra sonra hem alıştım hem sevdim
dedim ki ne iyi bu kadındır gecenin yarısında
etleri var beyaz, gergin sıcaklığı var öp öp ısın
karanlık sokakları kötü lokantaları ısınmış rakıları
düşündüm göğsümden iki düğme çözdüm

gittim bir ormanı dört ucundan tutuşturdum geldim
burada bana göre bir şeyler vardı
oturdum

bu ellerimi nereye koysam yakışmıyor
dedim ki en iyisi kucağında dursun

şu kravatımı çiviye as gel
sigaramı yak birlikte at arabalarını düşünelim
sarı pirinçten pırıltılı koşumlarını düşünelim
bir zamanlar bilerek unuttugum 'küçük deniz sokağı'nı
denizi odun depolarını demli çayları
ben iyiyim bunlar da iyi şeyler sen nasılsın
kolların çıplak değildi ama hiç de zararı yoktu
bir gülünce tanıyordum sen değildin ne yapsam
elimden gelmiyordu

tanıyordum elimden gelmiyordu
yoksa ne guzel aldanacaktım

yabancılığın daha alımlıydı belki
ama seni bir ormanda yakalasaydım
ilk günlerin ilk çiçeklerin tadında
kandırdılar 23 lira 10 kuruşumu aldılar iki kadehe
90 kuruşu da ben tutup garsona verdim

sonunda şehre vardım gökyüzüne fişekler atıyorlardı
bir kalabalık vardı sarıydı utanmazdı geçkindi
böylesi daha yakışıyor bildiklerime
gün doğsun bir arınayım istiyorum
güneş tozlu caddeler kaygılarım beni bir arıtsın istiyorum
işte tam böyle istiyorum.



Sen Elimden Tutunca

sen elimden tutunca
deniz basardı içimi
sen elimden tutunca, yüreğim
yeşil yosunlara takılıp günlerce
dip akıntılarının peşisıra gitmek isterdi.

günlerce, gözbebeklerini tutuşturan o gizli alevin kaynağını
sorardım kendime. geceler boyu yolumu arardım zor ve
aşılmaz tepelerde. sonra ışıklar söner, sonra yıldızlar
düşerdi içimdeki serin göllere. sen elimden tutunca
ben miydim, yoksa bir başkası
yürüyen seninle...
dalgalara ve rüzgâra basmadan yürüyen.

sen elimden tutunca
bir mavilik çökerdi gözlerime
sonra tüm denizler çekilir
bir orman uğultularla sarsılır
bir güvercin sürüsü havalanırdı
kış bürümüş yüreğimden
sen tutunca ellerimden
avlunun beyaz taşlarına dökülürdü
kızıl yaprakları bir çınarın
ve ben günlerce
o yapraklara gömülüp ölmek isterdim.

panjurları açık kalmış eski evler gibiydik
rüzgârda çarpan, başıboş ve ürkek
sen elimden tutunca
kayaları delip çıkardı bir çiçek.

sen elimden tutunca
yolculuk basardı içimi
külrengi bulutlara takılıp günlerce...

"Artık susmalıyız, konuşsak bile
Bizim acımızı kim anlayabilir"

Siz

...
Sonra ben bütün gün dolaştım durdum
Bu gazeli yazdım belki duydunuz.




Yavaş Yavaş Geçtim Kalabalıkların Arasından

Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden.Dokundum
yavaş yavaş acıya,kuvarsa,şiire
yavaş yavaş tarttım suyu,anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece..





Üç Kez Seni Seviyorum Diye Uyandım

Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun






Teşekkür

"
Evet hep açık gidip gelen ağzın içindi;
Gökyüzünün o huysuz maviliği içindi;
Elma kokan bir Türkçeyle konuştuğun içindi;
Ölümün sefil, kötü belleği içindi;
Her gün pazar kurulan o sokaklar içindi;
Saçında uykusu kaçmış çiçekler ıslattığın içindi;
Çocuklar okuldan dönüyormuş gibi sesin içindi;

İşte bütün ama bütün bunlar için sana teşekkür derim.

"



Lavanta

“Bir şeyiniz olayım sizin
Hani nasıl isterseniz
Oğlunuz, kiracınız,sevgiliniz;
Dünyanın bir ucuna
Birlikte gider miyiz?”





11 Temmuz 2012 Çarşamba

‎"Sen mi bakıyorsun ağacı göremiyorum"




Mantolu Kürk

“Berlin’de yalnızsınız değil mi?” dedi.

“Ne gibi?” 

“Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Ruhen yalnız… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…”

 “Anlıyorum anlıyorum… Tamamen yalnızım.. Ama Berlin’de değil… Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri!”

 “Ben de yalnızım…” dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak:

 “Boğulacak kadar yalnızım…” diye devam etti “hasta bir köpek kadar yalnız…”




"Ona kötü bir şey olsun istedim.
  Bana aşık olsun istedim."




21 Haziran 2012 Perşembe


“Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık
(İsteğin bulanık kıyısında).
Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır.”





18 Haziran 2012 Pazartesi


"Evet önümüz bahardır biliyorum
Leylaklar açacak biliyorum
Kiraz da çıkacak yakında
İyi şeyler söylemek de gerek biliyorum
Sevgilim güzelim birtanem biliyorum da
Şimdilik bağışla."


Bir nedeni yok gülmezliğimin
belki akşama bir şey kalmaz.

Akşamım Ben


1. akşamım ben
(kirpiğinden tam öperken)

2. senin gövden yeni süren çayırlar mıdır
(eğildim öyle buldum)

3. bakardım su altındaki ovalardır göğsün
(bakardım suyun sağ eli)

4. akşamım ben.
(ağzının ipek terkisinde)

5 Haziran 2012 Salı

“Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
 Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.”




“Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde”





“Güzelim, bir tanem, canımın yongası
Bir karanfilin suya eğilimi gibisin
Öylesin, özlenirsin, gel artık kar yağdı
Bize paylaşacak aldanmalar kaldı..”




“sen aklıma düşünce bir rüzgar
duyarım dolar içime
ve göğsümde bir pencere hızla çarpar..”



30 Mayıs 2012 Çarşamba


Ah şu yalnızlık,
Kemik gibi,
Ne yana dönsen batar.




Bir takvimi tersten açardık,
eğer isteseydin.




Neden yorgunsun sorusuna cevap aramaktan,
Ve bunu sormasınlar diye gülümsemekten yoruldum.





Beni sevindirdiğinde,
Bazen düşünürüm;
Şimdi ölüversem,
Mutlu kalırım,
Sonsuza kadar…



Yapma Turgut, üzülüyorum


Biliyoruz neyi bölüştüğümüzü,
Konuşmasak da.








İnsan olan yerlerim çok ağrıyor,
Olsun, yine de sen kapanma, şu sıra benim,
Yerine bırak ben incineyim.




22 Mayıs 2012 Salı



kırlardan geliyorlar ellerinde sümbülteber
elbette kırlardan kırlardan gelecekler
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkanlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer

sonsuza varmadan bir önceyiz sanki
-o sayının da bir adı vardı unuttum -
her şey öyle saydam öyle madensel
kapıların kilitleri açık ve herkes uykusuz
hepsinin elinde bir saat bir sümbülteber

eskiden şaşardık bazı şeylerin yokluğuna
artık bu yokları var etmeyi usladık
ağaçları budadık omandan balıkları tuttuk denizden
hani bazı açılmaz sanılan kapıları omuzladık
çünkü herkesin elinde bir saat bir sümbülteber

hey koca dünya nasıl avucumuzdasın
nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin
elbette kırlardan gelecekler kırlardan
kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber

ey güzelim sümbül ve teber ey canım
gördüğüm sanki o değildi
sanki kuşlar albümünden bir maden

21 Mayıs 2012 Pazartesi

gök bulut su


senin bardağına koyduğum su
o suyun rengi başkadır
tut ki iğdır düzlerinde bir çadır
sivas yöresinden bir ölüm
ya da kaçak bir bitlis cigarası
çünkü o göğün ve bulutun
birlikte uykusudur

seni ilk haziranda görmüştüm
şapka giymemiştin çünkü yazdı
zaten hiç giymezdin belki de
kimin dünyayı görecek hali vardı oysa
sokaklar mavilik demetleri şunlar bunlar
şunlar bunlar diyorsam unutulmaz şeylerdi ha
örneğin çiçekti her şeyin ilk yarısı
ellerim ceplerime gitti durup dururken
yani herkesin aşk aşk dediği buysa

şarkı bile söyleyebilirdim bir tavanarasında
çocuk gözlerindeki şaşkınlığı tadarak
yani ancak günlerce koşarsam duyabilirdim
aramızda ne varsa
kıyıya bile inerdim anlıyor musun bir cuma günü
kıyıya inmeden hiç alışkın olmadan
bütün kurda kuşa börtü böceğe bir bir bakarak
şimdi senin bardağına koyduğum su var ya
bu suyun rengi başkadır

ben ne soğuk demirciyim ne terzi kalfası
ne marangoz ne bir gemi tayfası
istedim olamadım o başka
yani ne bulut ne gök ne çadır ve ölüm
ellerimin rengi biraz kırmızı da
galiba ondan

10 Mayıs 2012 Perşembe

"Aklıma bile gelmiyorsun artık,
O kadar kalbimdesin ki."




"Seninle aramızda bir şey varsa şayet,
o da mesafelerdir artık."




"Fazla uzaklaşmış olamayız birbirimizden sevgilim , hislerimiz hâlâ sıcak!"





3 Mayıs 2012 Perşembe

Islak Çeltik

...
kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok
ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam

"Herkesin başkasını konuştuğu 
Bu aynalar pazarında 
Seni kimselere 
Söylemeden öleceğim."

"Yokluğunda bir kuş sütü eksik.
Yalnızlığım ve ben; seni çok bekledik…"

"Ben senin sınırlı gövden ile
beni sonsuz sarmanı diledim"

"Gözleri uzaklara dalan birinin, yakınlarda olmayan bir hikayesi vardır."

"Kendine gel diyorsun, gelsem olmaz mı sana."

Ben derim; sana olmak, seni duymak, seni yürümek
Besbelli seni büyümek kendimde
Ellerim kendini tekrarlar sen deyince
Sana gün olmalıydım, ışıgımdan ötürü aydınlanırdık

Yılgın

...
durup durup sana sesleniyorum.

"Sana olmayan özlem bir şeye benzemiyor"

"Denize bakan evler gibiydim seninle."

"Her gün sen baktıktan sonra
 Bu kadar güzel
 Bu gökyüzü."

ve sen sonunda bir gün çıkar gelirsin diye,
çok şeyin adı küçük yazıldı;
silinmez anlar vardır,
karşı konmaz özlemler,
ben şimdi ne istediğimi de bilmeden artık
bağırıp duruyorum ya, şurda,
sen yaz sonu ilan eden güzel keten,
güneşten yırtılmış caz, sen!

7 Nisan 2012 Cumartesi

Kimi Geceler...

kimi geceler,
ilk yediğimiz kavun gelir aklıma,
içim ısınır, yüzüm güler,

ama sen,

uyumaktasındır sen,
kimbilir ne korkularla.

sonra, yaptıklarımız geçer gözümün önünden,
kokladığımız karanfil, son hızla koşmak,
süsen danalardan korkup eriğe tırmanmak...

cevher bizdik dünya küçüktü, havalanırdı bir çift güvercin!

-bulutlar nereye gidiyor böyle hızla
hadi uzanalım da pamuklar arasına
gökyüzüne bakalım, arılarla konuşalım
iyi de, bu yanık kokan ne

dersin ve kimi geceler böyledir işte,
uykuda konuşuruz,
silinir endişeler,
efil efil bir sabah rüzgarıyla gelir arzu
açılır iki göz, dünyanın en güzel

hani, derinlerde işleyen,
kimi zaman da boğazda düğümlenen,
ben ben olmaktan çıkıyorum diye, inceden
üşüşen sorular, korkular,

birden geçer,

ilk yediğimiz kavun gelir aklıma.

öfke, kırılış, kırış,
kırpık kırpık sen, selen,

ama sonra,
sımsıkı sarılış, iyi oluş,

birlikte oluş.

olmazsa olamayış....

bak manolya çiçek açmış, koku dünyayı sarmış,
diyorum,

uyuyorsun sen, kimbilir ne korkularla,

bak pazardan enginar aldık,
reyhan ve otlar, vişne ve ceviz,
hangi çılgın
bize bizden daha yakınmış?

uyurken, rüyanda,
bostanıma gir benim, küfe küfe domates topla,
biberleri kıy, ince,
kekik koksun sofra, sen gül: bana dünyayı hazırla.

uyurken, rüyanda,
çaldığın dutlar dudaklarını boyamış,
kopardığın gülün dikeni eline batmış,
bütün gece yağmur yağmış, bahçeyi su basmış.

uyan artık dünya güzeli, bak kavun şeker gibi,

uyan artık, büyüdün sen, yalvarırım beni bu hayata inandır,

derken,

uyanıverdin birden,

dudakların, o vişneleri kıskandıran dudakların
karaduttan morarmış,
elinde, ah o dünyanın en güzel ellerinde,
küçük, mahcub bir gül ve
dikenin battığı yerde, bir parça kan.

kimdi ölmeden önce defterine
"rüyada görülenle dışarıdaki gerçek aynıdır"
diye yazan dostumuz?
kesinliği bulduğunu sanmıştı hani...

dokunuyorum işte şimdi sana, ya da taşına,
günler geçiyor, geceler,

dokunuyorum,

iyi de, tütünler niye ıslak?

17 Mart 2012 Cumartesi

Mavi Geçti

Öyle bir yazdı ki
Sanki gökyüzünde oturuyorduk

Seni öpmek gökyüzünü öpmek gibi
Mavi bir şeydi

Gençlik öyle bir yazdır ki
Ne yurt ne ev ne oda
Yalnızca gökyüzü
Yeter insana

Biz seninle gökyüzünde
Çok oturduk
Gençliğimiz
Çok mavi geçti… çok!

12 Mart 2012 Pazartesi

Kuzguncuk Oteli

evimi bir sokakla aldattım, üstümde
ay var bu gümüş semtinde bir sokağın
üçüncü katıyım, deniz bana bakıyor
ben artık yalnızca denize karşıyım


üstüme gelme ay hanım, kuzguncuk oteli' nde
iyilik katına çık, senin konukların ağır,
ben bir anıyı hatırlamaktan geçen hayatlardanım

ruhumun bir otelde ilk kalışı bu
aynı, oda, aynı yatak, aynı aynada
birbirimizi ilk görüşümüz, başka veda yok,
üstümdeki yabancıyla uyumalıyım

ruh semtinden kayık açma ay
hanım! sana hazır değilim, senden yanayım
kim taşınsa çıkamıyorum içimdeki evden

kuzguncuk otelinde iyiliğin katı çok
yıldızlar gibi çık çık bitmiyor ay hanım,
sen bu çocuğu bir yerden hatırlıyorsun
ben bu çocuğu bir yerden unutmalıyım

5 Mart 2012 Pazartesi

Göçebe

sen sık sık gülen gülerkende
sevecen bir akdeniz çizgisini
sol yanına ağzının
iliştiren çocuk özenle
yabana mı atıyorum yani seni
yabana mı atıyorum saat altı buçukları
çocuk ve allah'ın en eski baskısını
değil, değil bunların biri
gözlerimin gemileri kuş istiyor
açılıp kapandıkça sevdam
kapanıp açılıyor bir mavi
şahmaran süt istiyor kefeninde
üç aylık ölmüş çocukların
kerem ile arzu geliyor aslı ile kamber
ay kana kana batıyor

ay kana kana batıyor
eşkiyalar gecenin yangınını izliyorlar uzakta
kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim
jandarma daima nesirde kalacaktır
eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
patronun karısını zimmetine geçirip
amasya'dan kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
alevilikten konuşuyoruz uzun süre
yanımdaki hep bir gazetede marilyn monroe'nun resimlerine bakıyor
mariyln monroe öldü diyorum ona
ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
şimdiyse cennette nietzsche'nin metresi olması gerekir
bunları diyorum daha ne varsa diyorum
işte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
işte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
belki de bir günler bunun için aydın'da bulunduğumu
zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu
işte eflatun kakalı çocuklar olduğunu kütahya'da
ankara'da dokunak yozgat'ta becerik olduğunu
van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
istanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse dialektik
acemi bir bulut bozuyor görüntüyü eski bir şarkı gibi
bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
sinirli bir elin uysal bir bardağa
çok yukardan döktüğü bir içki gelir
sonsuz ve olağanüstü bir bira
köpüklene köpüklene biçimlendirir
soyunarak ağlayan bir kadını
acı bilincinde sonrasızlığın
ama bırakalım bırakalım bunları
yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yakalarıyla
ve faytoncular görüyorum
yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren

kars'tayım bu ne biçim kars bir kenarda
pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin üstünde
kars kalesi yükseliyor
gökyüzünü ankara kalesine göre daha soyut ve daha elverişli bir şekilde
hırpalayan bu kale de olmasa
n'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
biliyorsun ben hangi şehirdeysem
yalnızlığın başkenti orası

bir de yine sevgili çocuk
biliyorsun kişi tutkularıyla
yalnızlığını adlandırıyor o kadar

arkada bir su devrile devrile akıyor
rastgele bir ağaca soruyorum
bir şey var sanki onu soruyorum
değil orda diyor belki biraz daha ilerde
tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
ataerkil bir aile gözümü alıyor

dedelerin yüzlerinde erozyon
silip götürmüş bütün evetleri

annelerinse ağızlarında hiyeroglif
babalarınsa ağustoslar atasözleri

amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini

ablalarınsa boyunları soru işareti
ağabeylerse utançlarından emrah

sıralanmışlar su boylarına
bıçakla soyuyorlar kelimeleri

ya suya giden küçük kızlar
onlar
tıpkı o kuşlar gibi
uçan daha bir süre
sonra da vurulduktan

bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur anadolu şiiri

ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
şu son dönemecini de aşınca gecenin
doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir
bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
tutsaksan ellerin sıvışır gider zincirlerinden
ve balyozla vursalar mısralarına
soylu bir demir sesi yükselir
soylu büyük ve mavi bir demir sesi

ellerim gece yatısına çağrılmış
ve
telaşsız görünmeye çalışan bir kafka gibi

yüzüm giyotine abone

Sarıl Bana

Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ Sevgiler bekliyor sürekli senden. İnsanın bir yanı nedense hep eksik Ve o eksiği tamamlayayım derken, Var olan aşınıyor azar azar zamanla.  Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.  Anılarım kar topluyor inceden, Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne. Ama yine de unutuş değil bu, Sızlatıyor sensizliği tersine. Senin kim olduğunu bile bilmezken.  Sevgiden caydığım yerde darıl bana.

gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.
döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin döndüğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.
onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık
onu da bırak gitsin.
o senin en ezel gününden kaderin.
sen onu nasılsa
bin kere daha seveceksin...

26 Şubat 2012 Pazar

hoş geldin!
kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
hoş geldin!
ayrılık uzun sürdü.
özledik.
gözledik...
hoş geldin!
biz
bıraktığın gibiyiz.
ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
hoş geldin.
yerin hazır.
hoş geldin.
dinleyip diyecek çok.
fakat uzun söze vaktimiz yok.
yürüyelim.....

22 Şubat 2012 Çarşamba

Senfoni

...

İçim güvercinleri okşamış gibi rahat
Sen yanımdayken ister istemez
Geniş meydanlarda akşam üstleri
Üstüste üç kere deniz, üç kere çınarlar.
Sen yanımdayken ister istemez
Uzak ırmakları hatırlıyorum.

Vaiz Sokağı Numara 70

...

– Perdemiz kadife olmalıydı..
– Basma da güzel olur, sevince.

Yolcu

...
içimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki,
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.

Uzak Kaderler İçin

Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.

Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.

Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar…-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam…

Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

Eski Avluda

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;
Çalıda sarı bir çiğdemim ben
Ve senin çok eski cümlen.

Sen otursan, gitmemiş ki! olsan
Ben sana bir eski Endülüs avlusu
İstersen serin bir Portofino getirsem
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;

Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken
Buldum buluşturdum kendime geldim
Tek eksik sensin! İncecik, çilli bir dille
sen de gelsen.

Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
Begonviller ve bir mavi kapı
Ve illa amansız bir avlu getirsem.

Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en geniş cümlem:

İçimi açtım sana.
İçini açmak için.

21 Şubat 2012 Salı

ŞUBAT AYINDA ANKARA’DA YAZILAN BİR ŞİİR

Bu yıl erken bastırdı kış!
Yağmur yağıyor, yağmur yağdıkça seviyorum seni.
kar yağıyor, kar yağdıkça seviyorum seni.
karaya vurdukça, sular dondukça
üşüdükçe, bir şeyler yitirdikçe, umudum kırıldıkça
Çıkmaza girdikçe yaşam, yüreğim sıkıştıkça,
sen değiştikçe daha çok seviyorum seni.

Donmuş suda çelik tadı var
ağzımda eski tütün ve buruk çay tadı
her sabah yaya geçiyorum bütün Ankara’yı
kömür ve kükürt kokuları arasında
her akşam yaya geçiyorum bütün Ankara’yı
okuyarak bildirilerini direnen öğrencilerin
bakarak yırtık afişlere, şarkıcı resimlerine,
nereye gitsem içimde bir geç kalmışlık duygusu
bu yüzden bir saat erken gidiyorum gideceğim yere
ne zaman, nerede ve nasıl bilmiyorum, ama birden
yaşamın korkunç bir hızla değiştiğini düşünüyorum
ve ikimizin aynı kişiler olmayacağımızı yarın.

Bu yıl erken bastıran kışı yaşıyoruz
Sanki ölümlü kahramanlarıyız kötü bir romanın
yeni bir dilin sözdizimine çalışıyoruz
gökyüzünü verip yüzünü alıyorum
görüntünü verip acıları siliyorum
yüzünü koyuyorum umutsuzluğun yerine

Usumda sesinin ve gövdenin
usumda sesinin ve gövdenin görkemli atlası.

12 Ocak 2012 Perşembe

Yokuş Yol'a

...

el ele gittiğimiz bir yolda sen git gide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar

üçyüzbin

"zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam"





.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Resmiyle Güzeldi Ayıramadım

hobi





.