6 Ağustos 2008 Çarşamba

Franz Kafka




İstedim ki Prag'la yapalım başlangıcımızı.Milena ile Franz'ın adım attığı sokaklardan bir görüntü alalım...O anlamlı şehir ilham olsun hikayeye...


~Sevgili Milena Mektuplar~


"küstüm size;daha iyi,yüreğimin kuytusunda birazcık küslük bulunsun size karşı,dengeyi sağlar."


"üst yanı boş söz..."



"kaygınız gerçek duygularım içinse,eli kolu bağlı onların,susuyorlar"


"sen batırıyorsun bu dikeni ama senden gelecek de senden gelecek de dayanılmayacak ne var?"


"beceremiyorum,düşüyorum,yerdeyim işte."


"sen ona varmakla uçuruma doğru bir adım attın,ayrıldın yolunda,bana gelirsen,şimdi,uçurumun dibini boylarsın.."



"kimi zaman şuna inanıyorum:

birlikte yaşayamayacağız,boyun eğip rahatça uzanıvereceğiz yan yana,ölmek için..."


"...Ama elimde değil,madem ki benim savaşım,o halde susamam."



"Öyle zaman olur ki,odada yalnızken bile<> insan,bunun nedenleri çoktur,kişi yaşarken bile ölebilir."



"Biliyor musun,durmadan aynı şeyleri yazıyoruz!Hasta mısın diye soruyorum,bakıyorum sen de aynı şeyi sormuşsun,ölmek istiyorum,diyorum,sen de istiyorsun,önünde hıçkırarak ağlamak istiyorum küçük bir çocuk gibi,sen de benim önümde küçük bir kız gibi ağlamak istediğini gösteriyorsun.Bir kez ve hiç durmadan tek isteğim:yanında olmak,bakıyorum ki senin de isteğin bu.Yeter,yeter!"



"Koca deniz,dibindeki küçücük taşı nasıl severse,benim de sevgim öylesine yığılıyor üstüne.Tanrı isterse,o küçük taş ben olurum birgün."



"Uyumayınca insan ne sorduğunu bilmeden sorar.Durmadan sormak gelir insanın içinden,uyuyamamak demek,bir şeyler öğrenmek demektir,zaten;sorulara karşılık bulunsa kaçar mı kişinin uykusu?"



"Okuyuculardan biri geçenlerde bana, ' Akıl hastanesinde çok inceleme yapmışsınız ' dedi,' Evet,kendiminkinde ' dedim"


"...Zor oluyor güç oluyor öyle günler,ağır geliyor,bu alan bir kayık gibi,battı batacak;gene de yüzüyor senin sularında."



"Ne yazık ki insan kendini olduğu gibi sözcüklerin içine koyamıyor;koyabilse ne iyi oludu,karşı gelindi mi;sözcük savunurdu kendini ya da yok olurdu."



"Ateşten örülmüş uzun yalımlardır sevgilim,dolaşır durur yeryüzünü,sarar beni.Ama sardıklarını değil,görmesini bilenleri sürükler ardından..."



* * *


"Hiçbir şey değişmese bile,senin var olduğunu ve senin olduğun yerde,bütün öteki şeylerin yok olduğunu anlatmaya çalıştım.Gene de beni en güçsüz yerimden yakaladı,elimi kolumu bağlayan sorusunu sordu gene:"Ben hiçbir zaman ayrılamam senden,kovarsan giderim ancak...Kovuyor musun?Gideyim mi?"*



"Yüreğimi dinleyecek yerde korkunun sesine kulak vermişim..."



~Milena'nın Max'a yazdığı mektuptan bir bölüm~**



(*)Bu cümle fazla tanıdıktı,çok fazla...




(**)Kitabın başına Kafka'nın mektuplarını Milena'nın ilgili yerlere verdiği not düşülmüş.Fakat Milena'nın Kafka'ya yazdıkları bulunamamış,sadece Max'a yazdığı birkaç mektup kitabın sonunda yer alıyor.




* * *


Sevgili Milena'da beni etkileyen bir bölüm de Kafka'nın attığı imzalar...İlk mektuplarda ciddi bir imza kullanan yazar,sonraları "senin Franz" gibi imzalara dönüştürmüştür...En sonlardaysa "senin" yazıp parantez açıp şunu sıkıştırmıştır araya : "Adımı da yitirdim!Küçüle küçüle 'senin' kaldı yalnız."



* * *


Pragtaki saat kulesiyle giriş yapmak istemiştim yazıya,Kafka bu kuleden söz eder kitabında,kulenin azizleri "geliş,gözüküş ve öfkeli ayrılış" tan...Resim ararken nette bu kulenin hazin hikayesiyle karşılaştım ve paylaşmak istedim,bu arada resmi de ekliyelim merak edenler için:







Şair, memleketten uzak,
hasretlerle delik deşik,
Eski kentte duruyordu,
meydanlıkta, yapayalnız.
Gotik bir duvar üstünde
Hanuş Ustanın saation ikiyi vuruyordu.
Güneşli bir güne özlem...

Nazım Hikmet

Ve Hikaye...

Prag’ta, Eski Şehir Meydanı’nda, yani şehrin tam kalbindedir Saat Kulesi. Bu meydan bir çok kişiyi geçmişin izlerinde bir yolculuğa çıkarır.

İşte bu meydandaki meşhur saati, 15.yy sonlarında Charles Üniversitesi’nde profesör olan Hunuş Usta yapmıştır. Amacı, Kutna Hora şehrindeki Kemikli Kilise’de olduğu gibi insanlara bir mesaj vermektir. “Herkes bir gün geldiği yere geri dönecek yani elbet bir gün toprakla özleşip ölecek!”

Saati yapar yapmaz dünyanın en önemli adamı haline gelir. Kral’dan daha fazla adı duyulmaya başlar çünkü, Avrupa’nın her yerinden insanlar Prag’a sadece ve sadece saati görmeye gelir. Zamanla Hunuş Usta’ya başka ülkelerden de teklifler gelir, fakat Hunuş usta bu teklifleri reddeder. Zamanla bu teklifler Kral’ın kulağına kadar gider ve Kral, Hunuş Usta’nın saati başka bir yere de yapmasını önlemek için onun gözlerine mil çektirir. Kör olan Hunuş Usta da kendini saatin mekanizmasına bırakarak intihar eder. Asıl amacı saati bozmaktır, saati bozarak intikamını alır. Saati 50 yıl kadar çalıştıramazlar, daha sonra başka bir saat ustası onarır.

Hunuş Usta’nın saati, Güneş’in, Dünya’nın ve Ay’ın konumlarını gösteren astronomik bir saattir. Saatin dış tarafındaki rakamlar İbranice’dir. Bu Babil saatini göstermektedir. Hunuş Usta, (saati Eski Şehir Meydanı’na yaptığından, meydanın bir paraleli de Yahudi mahallesi olduğundan) Yahudilerin nüfusunun fazla olduğu bir bölgede onları ezmemiş, onlara da bir jest yapmış ve Babil saatini de kendi saatine eklemiştir.

Saatin etrafında 4 tane kukla vardır. Bu kuklalar insanlara neleri yapmamaları gerektiğini anlatır. Soldan en baştaki, elindeki aynayla kendine bakar; “kendini beğenmişliği” sembolize eder. Onun yanındaki kukla, elinde altın torbası olan bir Yahudi’dir; “cimriliği” sembolize eder. Bir yandaki kukla ise iskelettir; “yaşama karşı isteksizliği” anlatır. Sonuncu kukla, elinde mandoline benzer bir müzik aleti bulunan ve Türk’e benzetilen adam da; “gece hayatına ve sefahate düşkünlüğü” anlatır. Kısacası bu kuklalar, kendini beğenmiş, cimri, yaşama karşı isteksiz ve sefahate düşkün olmayın der.

Saatin altında da insanlara yapmaları gerekenleri anlatan 4 kukla vardır. Bu kuklalar da, bilime, adalete, astronomiye ve eğitime önem verme konusunda bizleri uyarır.

Her saat başı, İsa’nın 12 havarisi de pencerenin önünden geçerek ufak bir gösteri yapar. Horozun ötmesiyle gösteri biter.

5 Ağustos 2008 Salı

Pablo Neruda


asıl adı 'ricardo eliecer neftali reyes y basualto'.

peki niye 'neruda' ?



şöyle diyor:

'adımı 14 yaşımdayken, daha santiago'ya gitmeden değiştirdim. babam yüzünden. mükemmel bir insandı, gelgelelim, genellikle şairlere, özellikle bana karşı idi. hatta işi kitaplarımı ve not defterlerimi yakmaya kadar götürdü.

babamın gerçeği fark etmesinden en çok korktuğum günlerde -çünkü böyle birşey felaket olurdu- bir dergiyi karıştırdım ve orada jan neruda imzalı bir hikaye gördüm. tam o sıralarda bir şiirimle bir yarışmaya katılmak durumundaydım. o zaman neruda soyadını seçtim ve ad olarak da pablo adını aldım. bu adın bir kaç ay sonra geçip gideceğini sanıyordum...'

* * *

soru:nasıl paylaşıyorlar güneşi dostça

portakal agaçlarında portakallar?



yanit:yoksa kimi tadından çatlardı

kimi tatsızlığından



* * *

yol bir gün bile uzak olma gün uzun

gün uzun anlatamayacağım kadar

trenler bir yerlerde uyuduğunda

insanlar garlarda nasıl beklerse, öyle beklerim seni


bir saat bile gitme gidersen uykusuzluk

damla damla birikir o saatte

ve bir evi arayan bütün duman

yitik yüreğimi öldürmeye gelir belki de


kırılmasın kumun üstünde görüntün

göz kapakların bensiz uçmasın

bir dakika bile gitme sevdiğim


bir an

bile uzaklaşsan

dünyayı dolaşırım yalvarmak için sana

ya dön ya da bırak öleyim diye


* * *
...
oyle cok ki oluler,
ve oyle cok ki al gunesle yarilmis hendekler,
ve oyle cok ki gemilere vuran migferler,
ve oyle cok ki opuslerle kilitli eller,
ve oyle cok ki unutmak istediklerim.

* * *
issiz bir evde,
korkudan aglayabilseydim;
gozlerimi cikarabilsem de ,
yiyebilseydim;
senin sesin icin yapardim bunlari,
yasli portakal agaci sesin;
senin siirin icin yapardim bunlari;
ciglik cigliga fiskiran siirin.

* * *
...
beni yalnız bıraksalar
tüm kimliğimi değiştireceğim
derimden sıyrılacak
başka bir ağız edineceğim
ve bambaşka biri olunca da
en, en başta ne idiysem
ben ona dönüşeceğim
yoluma işte böyle devam edeceğim.

* * *

"umutsuz bir şarkı"dan bölümler

bir uzaklık gibi yuttun her şeyi.
deniz gibi, zaman gibi sende battı her şey!

kanatlandı, yaralandı ruhum pusun çocukluğunda.
kayıp keşif, sende battı her şey!

sarıp sarmaladın acıyı, tutunuyorsun arzuya,
kendinden geçmişsin üzüntüyle, sende battı her şey!

ey yıkıntı uçurumu, içine düştü her şey,
çekmediğin hangi üzüntü kaldı,
hangi dalgalar kaldı seni yutmayan.



terk edilmiş, günbatımındaki rıhtımlar gibi.

titrek bir gölge kaldı ellerimde oynaşan.

ah, her şeyden uzak. her şeyden uzak.

ayrılık saati bu. ey terk edilmiş!

* * *

yavaş yavaş ölürler... seyahat etmeyenler,

yavaş yavaş ölürler...okumayanlar,

müzik dinlemeyenler, vicdanlarında hoşgörmeyi barındırmayanlar.

yavaş yavaş ölürler...alışkanlıklara esir olanlar,

her gün aynı yolları yürüyenler,

ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,

veya bir yabancı ile konuşmayanlar.

yavaş yavaş ölürler...

aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,

rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,

hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin

dışına çıkmamış olanlar.

* * *

...

geri dönüyorum dönmemeye,

istemiyorum artık kendimi yanıltmak;

tehlikelidir geriye doğru yolculuk

çünkü birden,bir hapishane olur geçmiş.

* * *

seviyorum suskunluğunu, sanki sen

yokmuşçasına burada

duyarsın beni uzaktan, dokunmaz sana sesim.

uçup gitmiş gibi gözlerin

ve ağzın bir öpüşle mühürlenmiş.

seviyorum suskunluğunu, çok uzakta

görünüyorsun sanki yas tutuyorsun, kumrular gibi cilveleşen

kelebek benzeri.

uzaklardan duyuyorsun beni, ulaşmıyor sana sesim.

bırak da varayım dinginliğine sessizliğinde.

ve konuşayım sessizliğinle

bir lamba gibi parlak, bir yüzük gibi yalın.

gece gibisin, suskunluğun ve takım yıldızlarınla

yıldızlarınki gibidir sessizliğin, öyle uzak, önyargısız.

seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada

uzakta ve hüzün dolu, sanki ölmüşsün gibi.

işte o zaman bir sözcük yeter

uçarım, uçarım sevinciyle yaşadığının.

* * *

Kendine Döner Kişi

Yetersizce tasarlanmış eski bir ev gibi

kendine döner kişi, böyle işte:

delinmiş bir takım elbiseden bıkmış gibi

çıplak dolanmak ister kişi,

çünkü yağmur yağmaktadır,

pak suda ıpıslak olmak ister kişi,

o rüzgârın kendisinde, ve ulaştığında

kendi özünün kuyusuna kişi,

yaşamak hakkındaki en kenardaki

o alçakgönüllü kaygıya, ifade etmek ister

ya da ödemek ya da borçlanmak

ya da keşfetmek bir şeyi,

sanki ben çok önemliymişim gibi,

sanki dünya bana hoş geldin demiş

ya da siyah duvarlı tiyatrosunda

bitkisel adıyla seslenmemiş gibi bana.

* * *

devam edecek...

soytarı blog

son bir yıldır okuduğum her şeyde kendimi arar oldum...
bir çok yerde buldum,bir çok yerde kaybettim,bir çok yerde de kayboldum...
bir deftere not tuttum...
ama kategorilenmesi lazım...
düzen lazım...

bu kısmı bu yüzden açmış bulunuyorum...
isim isim giriş yapıp yazar veya şair hakkındaki ilgimi çeken bir bilgiden sonra kolları sıvayıp "neler anlatmış" kısmına geçeceğim.

umarım hayırlı ve uğurlu olur :P
ve en önemlisi devamlı olur...


zamane soytarısı